“Göçtü kervan kaldık dağlar başında”
Ankara’da hava serin. En sevmediğim Ankara bu değil. Kışın daha sıkıcı havalar oluyor. Şehrin suratı kararmış, gökyüzü kararmış, insanların suratı kararmış. Öyle havalar. Şimdi hiç olmazsa yeşil yapraklar uç vermiş, bozuyor şehrin suratsızlığını.
Kızılay’dan Meclis’e doğru aheste aheste yürüyorum. Valizim falan yok. Tek ağırlığım, o da ağırlık sayılmaz, koltuğumun altındaki kitap. Uçakta okurum diye yanıma almıştım.
İnsanlar kitap görünce bir bakar kapağına. Çoğu kez okumaya hevesli değillerdir. Fakat cemiyet içinde kitaba bir alaka gösterme ihtiyacı duyarlar.
Şimdi, koltuğumun altında kitap var dediğimde de benzer bir his uyanabilir. Yardımcı olayım ama konumuzla alakadar değil.
Bir Psikiyatristin Gizli Defteri. Gery Small, Gigi Vorgan.
Bu sıralar okuyacak kitap sıkıntısı çekiyorum. Kitapçıya son uğradığımda birkaç tane öykü, roman almıştım. Bir de bu kitap.
Fena değil.
Resepsiyona daha yarım saat var. Erken geldim. Meclis’in etrafında oyalanacak bir yer olsa, bir kahvehane falan, biraz eğlenirdim.
Bizim Meclis muhabirimiz Erol Metin’i aradım. Kapıya gelsin. Davetiyem onda.
Resepsiyon salonunda –eğer resmi görevlileri saymazsak- çoğunluk gazeteci. Şimdilik ama. Biraz sonra devlet ricali sökün eder.
Cumhurbaşkanı’nın teşrif edeceğini umarak özel alaka göstermişler diyor bir arkadaş. Fakat Cumhurbaşkanı, Miraç’la ilgili başka bir programa katılacakmış.
Tabii evvela gazeteci arkadaşlarla hasbihal. Biraz referandum değerlendirmesi. Biraz meslek dedikodusu...
Konuştuğum herkesin, resmi tedavülde olmayan mevzular hakkında çok ayrıntılı bilgilere sahip olduğunu görmek hoşuma gitti.
Biliyorsun ama bildiğinle amel etmiyorsun. Bu hal yaygın.
Ya da biliyorsun fakat “durumdan çıkan vazife”ye göre amel ediyorsun.
Bu da yaygın.
Her iki halde de fazilet aramıyoruz.
Ne de bir ulvilik.
Hayat devam ediyor.
“Bugün 23 Nisan. Neşe doluyor insan.”
Aslı öyle değilmiş şiirin.
“Bugün 23 Nisan, neşeyle doluyor insan.” (Saip Egüz.)
Şiir olarak söyleyeyim, başarısız. Şuradan anlayın ki vatandaş şiirin ritmini düzelterek söylüyor.
Bir taraftan da bugün Miraç.
Bakıyorum, Miraç kutlamaları çok yaygın.
Mesela, Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, “Miracınız mübarek olsun” diyor. “Kandiliniz değil, Miracınız” diye vurguluyor.
Şu anda resepsiyon salonu kemale ermiş.
Gelecek olanlar gelmiş.
Biraz uzaktan baktığınızda dört-beş tane insan öbeği görüyorsunuz.
Biri, Başbakan Binali Yıldırım’ın öbeği. Etrafında gazeteciler, milletvekilleri...
Biri, Devlet Bahçeli’nin. Meclis’te görevli iki genç garsonun Devlet Bey’le “selfi” çekmeleri dikkatimi çekti. Bunun özel bir alakanın göstergesi olduğunu Devlet Bey’e de söyledim.
Sonra, Binali Bey’le Devlet Bey bir araya geldiler. Bir süre beraber durdular.
Bir başka öbek. Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın etrafında.
Sonra, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun etrafı da kalabalık.
Salonda, 23 Nisan çocuksuluğundan ziyade “Kandil” ağırbaşlılığı var.
Bunu sakın eleştiri olarak almayın. Ben insanların normal hallerini severim. Hangisiyse.
Yani canı isteyen 23 Nisan’ı, canı isteyen Mirac’ı tebrik etsin. İsteyen de ikisini birden veya hiçbirini.
İnsanın en doğru hali, kendisi gibi olduğu halidir.
Yanlış.
“Gibi” olursan olmaz.
Kendisi olduğu haldir.
Bıktım GDO’lu tiplerden!
Biz, cemiyet olarak, “doğru hal” dediğimiz halden ne kadar uzaklaştık?
Yoksa bizim eğri halimiz mi doğru halimiz?
Öyleyse çok yazık!
Bu akşam, herhalde Miraç vesilesiyle hep ilahiler çalındı salonda.
Çalındı derken, orkestra falan yok. Salondaki müzik öyle seçilmiş. Tamamı sözsüz.
Ben, “Nice bir uyursun uyanmaz mısın” ilahisi çalınırken fark ettim.
Benim en sevdiğim Türkçe ilahi budur.
Nakaratı müthiştir. Kelimenin doğru anlamıyla “müthiş.”
Müthiş ne demek?
“Dehşete düşüren.”
“Göçtü kervan kaldık dağlar başında.”
Bir ıssızlık. Bir karanlık. Bir boşluk.
Fazla derine dalmayalım.
Resepsiyon dağılır birazdan. Ben de gideyim. Bu kadar Ankara yeter.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.