Hüzün hep vardı
Tarihi süreç içinde insanoğlu acıdan ne kadar uzaklaşmaya çalışsa da muvaffak olamamıştır. Zira acı ve neşe hayatın içinde her daim karşılaştığımız bir gerçek… Hüzün elbette arzu ettiğimiz bir şey değildir fakat yaşamın içine öyle olaylarla karşılaşırız ki, normal hayata geçebilmek için hüznün köprüsünü kullanmak durumunda kalırız.
Hüzün bir sinyal, bir silkiniştir… Sıradan bir günde, çevremizdeki olaylara karşı duyarsızlaşırken, hüzün bizi kendimize döndürür. Hüzünle birlikte dikkatimiz yoğunlaşır ve zihnimizin labirentlerinde dolaşmaya başlarız. Yani hüzün acıyla yüzleşirken bir geçiş kavşağı olur ve yeni duruma adapta olmamızı sağlar.
Yaşadığımız zorluklarla başa çıkabilmemiz için beynimiz sürekli uyarı sinyalleri gönderir. Bu durum bizim motivasyonumuzun artmasını sağlar. Yaşadığımız hüzünle birlikte bir enerji ortaya çıkar ve bu enerji kötü durumu değiştirmemize yardımcı olur. Fakat bunun için duygularımızın kontrolünü sağlamak ve üzüntüyü dozunda bırakmak zorundayız.
Üzüntülü anlarda hayatı yeniden sorgular ve insani ilişkilerimizle ilgili çıkarımlarda bulunuruz. Yaptığımız bu çıkarımlar sosyal ilişkilerimizi başarılı bir zemine taşır ve öğrenme evreninizi geliştirir. Üzgün olan kişinin depresif ve negatif odaklı olduğu düşünülür. Oysa üzüntü hayatın içinde hep vardır ve yaşadığımız kırılma noktasında bir yol kavşağıdır. Yeni duruma uyum sağlarken uğradığımız bir geçiş sürecidir. O yüzden hüznü hayatımızdan uzaklaştırma hayali kurmak yerine dozunda yaşamayı ve bir adım ileriye geçebilmeyi öğrenmek zorundayız.
AĞAÇ YAPRAĞI DÜŞMEDEN BİLMEZMİŞ KIYMETİNİ
Mevlana ağaç yaprağı yere düşmeden bilmezmiş kıymetini der ve sevdiğiniz insanların hayattayken kıymetini bilmemiz gerektiğini vurgular. Gündelik hayatta sevdiğimiz kişilerin hayatımıza kattığı pozitif enerjinin farkına varamayız. Onları kaybettiğimizde ise iç dünyamızda yoğun bir boşluk oluşur ve başımızı arkaya çevirir hatıraları yeniden yaşamaya çalışırız. Peki, ama hayat denen bu fani dünyada hepimiz birer misafir değil miyiz? Peki neden kendimizi ev sahibi gibi görür ve sevdiklerimizi ihmal edip, menfaatlerimizin peşinde koşmaya devam ederiz? Unutmayalım yarınımızın nelere gebe olduğunu bilme şansına sahip değiliz. O yüzden sevdiklerimizle ilişkilerimizde şefkati merkeze almak ve hakkaniyet ölçülerine riayet etmek zorundayız. Mevlana’nın da dediği gibi hepimiz düşmeyi bekleyen birer yaprak gibiyiz. Yaşadığımız dünyaya ne zaman ya da hangi vakitte veda edeceğimizi bilemeyiz.
Acıyı sevmeyiz, acımızla yüzleşmekten ise hep kaçarız. Fakat acı hep vardır hayatın içinde. Yüreğimiz her burkulduğunda yeni bir direnç elde eder ve düştüğümüz yerden güçlenerek kalkarız. Acı küllendiğinde ise öğrendiğimiz şey; sabır ve metanettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.