Yolda olmak
Birkaç gün içinde geniş bir bölgeyi gezme imkânımız oldu. İnsana ve toprağa dokunduk. Memleketi yerinde gördük.
Sabah altı buçuk gibi Akyazı ilçesine bağlı Dokurcun beldesine giriyoruz. Bu saatte, iki lokanta ve üç kırathane müşteri bekliyor olurdu. Güne çorbayla başlar, üstüne çay içerdik. Hepsi kapalı. Sadece fırın açık. Sıcak ekmek aldık fakat yanına başka bir şey ekleyemedik. Bütün dükkânlar uyuyor. Bunun nedenini fırında çalışan arkadaşa sordum. “Dokurcun bitti” dedi. Oldukça hareketli bir kasaba, iki sene içinde bu hale nasıl gelir? Sokakta bir kişi bile yok.
Taşkesti beldesine gitmek için devam ediyoruz. Karnımızı orada doyuracağız. Taşkesti, Mudurnu ilçesine bağlı bir belde. Karamurat Boğazı'nın hemen ağzında ve oldukça güzel bir yerde. Diyebilirim ki, ikindi ışığının ülkemizde en güzel olduğu yer. Işığın dağların üstünden tarlalara, bahçelere inanılmaz dokunuşu. Eski yoldan giderseniz, mutlaka görürsünüz. Şaşkınlık içindeyiz. İkindi ışığının en güzel göründüğü tepenin üzerini sayısız ve sevimsiz beton binayla doldurmuşlar. Yüzlerce ve hepsi aynı. Böyle güzellikleri hemen buluyor ve berbat ediyorlar. Nasıl yapılıyor, anlamıyorum. Memleketimizin bütün kıymetleri ve kıymetli yerleri adeta yağmalanıyor.
Bu beldemizde bir tane açık yer bulabildik. Vazife tamamlandı. Kendimize geldik. Artık gidebiliriz.
Nallıhan yolundayız. Kuş cennetine uğrayalım, selam verelim. Burada da ciddi bir çalışmanın veya tahribatın olduğunu gördük. Cennetin hemen girişinde iş makineleri çalışıyor. Her yer toz içinde. Yüksek gürültü var. Büyük bir saygısızlığın içindeyiz. Çünkü üreme mevsimi.
Yüzlerce kuş günün serinliğinde uçuyor. Ördekler, karamekeler ve ismini bilmediklerim. Bu dizeyi mırıldanıyorum: “Var git turnam var git, avcı değilim.”
İstikamet Beypazarı. Hafta içi olması nedeniyle çarşı tenha. Sıralama: Fırın ve çayevi. Sonrasında ilçenin tek semercisine ve iki demirciden birine uğruyoruz. Bir balta alıyorum. Ne yapacaksam? Baltaya olan merakımın ismimle bir ilgisi olabilir mi? Bilmiyorum. Son olarak marangoz Mustafa Amca'ya uğruyoruz. Yetmiş yedi yaşında ve hâlâ çalışıyor. İki sene önce uğramış, sohbet etmiştim. Beni hemen tanıdı. Hediye vermek istiyor. Tahta bir kılıç alıyorum. Bir de meşe ağacından asa. Hediye işine şöyle itiraz ediyorum: “Osmanlıyı verdiği hediyeler batırmıştır.”
Ayaş yolundayız fakat Polatlı üzerinden devam edeceğiz. 'Ana yoldan' çıkıyoruz. İlk durağımız Oltan kasabası. Birçok ev çökmüş veya terk edilmiş. Nüfus çekilmiş. Anadolu'daki sayısız yerleşim yerinin özeti gibi. Köyler kuruyor, kasabalar zayıf düşüyor. Duble yollar, ne yazık ki bu tehlikeyi bize göstermiyor. Yeni yollardan hızlı bir şekilde geçip gidiyoruz, o kadar. Bir türkü daha: “Alamadım yaşamanın tadını.”
Polatlı yönünde ilerliyoruz. Sakarya Meydan Muharebesi'nin yapıldığı sahanın kıyılarından geçiyoruz. Uçsuz bucaksız düzlüklerde ekinler ve renkler yarış içinde. Yeşili saymazsak, kırmızı, mor ve sarı ağırlıkta. Bozkır başlıyor.
Nihayet Kadınhanı göründü. Böylece Konya sınırlarına girmiş olduk.
Bir kısmını yansıttığımız bu yolculuktan bize ne kaldı? Hangi notlar birikti?
- Sprey boya teröründen bahsedebiliriz mesela. Duvar veya tarihi eser, fark etmiyor. Konya'da Selçuklu kümbetlerine bile sprey boyayla bir şeyler yazmışlar. Buna bir çare bulunması gerekiyor.
- Çam ağaçlarında genel bir hastalık var. Hızlı bir şekilde sararıp kuruyorlar. Sosyal medya üzerinden Orman Genel Müdürlüğü'ne konuyu ilettik. Cevap bekliyoruz.
- El sanatları neredeyse yok olmak üzere. Hediye almak istiyor, fakat alamıyorsunuz. Çocuksu alçı işleri, tahta parçaları vs. Meziyetli insanlar ve incelikli işler, her geçen gün hayatımızdan çekiliyor. Mesela Mevlana civarında alacak kayda değer bir şey bulamadık. Hediye etmek üzere birkaç bıçak almak zorunda kaldık. Pekala yöresel ürünler ve mahalli ustalar desteklenebilir. Bu iş için devasa bütçelere gerek yok. Böylece topraklarımıza mahsus o kadim yeteneğin körelmesi engellenebilir.
- Şu anda ülke ekonomisinin lokomotifi inşaat sektörü. Bu korkunç yapılaşmanın yan etkilerini görmek için Anadolu'ya açılmanız gerekiyor. Sayamayacağımız kadar çok dağın üstü başı yara içinde. Telâfisi imkânsız bir tabiat felâketi yaşanıyor. Hassasiyetten uzak bir şekilde, her yerde ocak açılabiliyor. Tarımla geçinen bir köyün hemen yanına veya ormanın içine. Bir fikir edinmek isterseniz, Konya'dan Ankara'ya giderken sürekli sol tarafa bakmanız yeterli.
Hükümet sonunda bu konuyla ilgili bir adım attı. Maalesef iş işten geçtikten sonra. Her yeni proje, bir dağın parçalanmasına neden olmamalı.
- Birinci sınıf tarım arazileri hızlı bir şekilde elimizden çıkıyor, ziyan oluyor. Toprağın on metre altı bile aynı kalitede olan yerler var. Buralarla ilgili acil önlem alınması gerekiyor. Bari kalanları koruma altına alalım. Böyle arazilerde illa bir şey yapılacaksa, çıkarılan toprak verimsiz yakın yerlere nakledilebilir.
Çok fazla not birikmiş. Şimdilik bunları paylaşmakla yetinelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.