Kırşehir’in gülleri bitmez!
Biter biter de Kırşehir’in gülleri biter
Şakıyıp dalında bülbüller öter!
Kırşehir, Ankara’nın dibinde, araya nevzuhur Kırıkkale vilayeti girmese komşu vilayet... Gerçi Kırşehir Ankara’ya bağlı bir sancaktı; 1924’te müstakil vilayet oldu.
Kırşehir, gelip geçtiğimiz, zaman zaman konakladığımız yerlerden. İlk vesile, 1980’de olmalı, Ahilik Haftası dolayısıyla... Kültür Bakanlığı’ndayız, Sinema Dairesi’nde. Bakanın da katıldığı bir sefer, biz de kafiledeyiz Hatta Mustafa Yazgan da o sıralar Sinema Dairesi’nin elemanı olmuş, naif bir hevesle fotoğraf çekmeye çalışıyor.
Ahilik, sağ iktidarların esnaflarla ilişki kurmasında kolaylık sağlıyor olmalı ki revaçta. Kırşehir’de de ahilik törenleri yapılıyor. Şed kuşanılıyor vesaire...
Darbe öncesi bu “resmî” ziyaretten sonra defalarca yolumuz düştü Kırşehir’e. Kayseri’ye her gidişimizde uğrak verdiğimiz, vermediğimiz hâlde Âşık Paşa türbesini ziyaret edip Fatiha okuduğumuz yer Kırşehir.
Eski adı Gülşehri imiş; sonra Kırşehri olmuş. Bu değişimin sebebini merak etmek gerekmez mi? Bugüne kadar merak edip de bir iki satırla açıklayan bir Allah'ın kuluna rastlamadım.
Kırşehir, nasıl büyük şahsiyetleri toprağında barındırıyorsa, ona mümasil büyük acılar da yaşıyor olmalı. Şimdi baş tacı edilen Âhi Evran’ın Kırşehir’in en gösterişli mimarî yapısını inşa ettiren Caca Bey tarafından öldürüldüğünün iddiası bile yeterince yakıcı... Öldürülen sadece Ahi Evran değil, çok sayıda ahi, Moğol zulmüne direnen Türkmen ahali...
Velhasıl kanlı, acılı bir tarih.
Ahi Evran’ın, İran’ın Batı Azerbaycan Eyaleti’ne dâhil Hoy’da doğduğu, Fehreddin Razi’nin medresesinde okuduğu, Bağdat’a gidip orada ahiliği benimsediği, Anadolu’ya dönünce Alaeddin Keykubat’ın arzusu ile birçok şehri dolaşarak ahiliği yaydığı, bizzat kendisinin debbağlıkla, yani deri terbiyeciliği ile meşgul olduğu, ama bir taraftan da medresede ders verdiği, Sultan Alaeddin’in ölümünden sonra yerine geçen Gıyaseddin Keyhüsrev’le aralarının bozuk olmasından ötürü Konya’dan Kırşehir’e geldiği ve 93 yaşında burada vefat ettiği... hem bilinir, hem bilinmez!
Ahi Evran’ın Anadolu’yu içten yapan şahsiyetler arasında mühim bir yeri olduğu ortada. Fakat Moğol baskısı altındaki Selçuklu tarihini kavramakta zorlandığımız da şüphe götürmez. Tarihe mâl olmuş büyük şahsiyetlerin Moğollarla ilişkilerini sorgulamaktan imtina ediyoruz. Hatta bazı büyük şahsiyetlerin Moğolların mahallî idarecileri olabileceğini de görmezden geliyoruz. Caca Bey, bunlardan biri olabilir mi?
Selçuklular, Moğollarla güç yetiremezler. Mısır Memluk Sultanı Baybars, Anadolu’ya gelir ve İlhanlı ordusunu Elbistan’da mağlûb eder (1277). Moğolların safında savaşan Caca Bey de esir düşer ve Şam’a götürülür. Büyük Memlûk sultanı Baybars’ın Şam’da ani ölümü üzerine esaretten kurtulur.
Baybars, mühim değil, ehemm... O, Selahaddin’in yarım bıraktığını tamama erdiren kahramandır. Selahaddin sonrası bölgede varlığını sürdüren Haçlı kalıntılarını kesin olarak ortadan kaldıran odur. Bu itibarla ona, “2. Selahaddin” demek doğru olur. Belki ömrü vefa etse idi, Türkiye tarihi farklı yazılacaktı. Moğolları mağlûb eden tek güç Memlûklar. Daha önce de Memlûk Sultanı Kutuz Ayncalut’ta Moğollara ilk defa mağlûbiyeti tattırmıştı. Baybars’tan Elbistan zaferinden sonra daha güçlü hamleler beklenebilirdi. Osmanlının Mısır’ı ele geçirmesinden yaklaşık 350 sene önce Memlûkların Anadolu’ya hâkim olması neleri değiştirmezdi ki?
Şimdilerde Kırşehir’de Caca Bey de rağbette! Onun yaptırdığı ve artık cami olarak kullanılan medrese, tam manasıyla “âbidevî” bir yapı, diğer İlhanlı yapıları gibi! Caca Bey İlhanlı hükümdarlarının henüz müslüman olmadığı bir devirde yaptırıyor bu medreseyi. İlhanlıların İran merkezi Müslüman değil, ama mahallen Müslüman olan veya Müslüman ahaliye gösteriş için dinî yapılar inşa eden valileri var. Erzurum’da, Çifte Minareli, keza Sivas’ta aynı adla anılan medreseler böyle yapılar.
Caca Bey’in Kırşehir’deki medresesini de bu tasnifte ele almak doğru olur. Yapı, kapalı avlulu medrese tarzında inşa edilmiş. Kapalı medresenin açık kubbesi ve altındaki kuyu bir sürü efsane üretilmesine zemin hazırlamış. Aslında kapalı avlu bu kubbenin üstündeki aydınlık feneri ile aydınlatılmak istenmiş olmalı. Nitekim 1907 Ankara Salnamesi’ndeki resimde kubbenin üstündeki aydınlık feneri görülebiliyor. Sonra yapı geniş ölçüde harab olmuş; böylece kubbedeki aydınlık fenerinin açıklığı da genişlemiş. Bir de kubbenin altında kuyu olunca bazı akillerin attığı taşları temizlemek mesele olmuş!
Modernlik merakı, medresenin astronomi maksatlı yapıldığı tahmini yürütülmesine fırsat veriyor. Ancak meşhur ilim tarihçimiz Aydın Sayılı’nın kazısı, kuyunun böyle işler için elverişli çapta olmadığını ortaya koymuş. Buna rağmen, bu efsane çoğaltılıp duruyor ve binanın köşe kuleleri de şekillerine bakılarak füzeye benzetiliyor! Bir de minare var kafa karıştıran. Güya burası rasat kulesi imiş! Sol köşede binanın cesametiyle yarışır bir kümbet var, Caca Bey’in türbesi... Seyahatlerimizde, Caca Bey türbesini ziyaret edeni görmedim; bizi ziyarete davet eden de olmadı.
Caca Bey medresesi önemli. Sırf cesametiyle değil, Anadolu’da Uygur harfleriyle Moğolca yazılmış ilk eser onun vakfiyesi. Vakıf şahitleri arasında bir hayli Moğol adı da görülebiliyor. Caca Bey’in hayırhah bir idareci olduğu anlaşılıyor, Kırşehir’de, Eskişehir’de (yani Sultanüyüğü’nde) ve İskilip’te üç medrese, hayli mescid, han, hankâh, zaviye, mektep, türbe... vakfetmiş. Demek ki her nasılsa ona mümasil servet de biriktirmiş!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.