İşyerinde bunalıp çocuğunu döven adamlar gibi...
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un geçen gün yaptığı açıklamanın yankıları sürüyor.
Eğer "evrensel standartlarda bir demokrasimiz ve normal bir siyasal/hukuksal düzenimiz" olsaydı, Taraf gazetesinde yayınlanan belgelerden sonra GK Başkanı şu üç davranıştan birini gösterirdi:
1) Belgelerin sahte olduğunu ispat ederdi.
2) Belgelerin gerçek olduğunu kabul eder ama başka bazı belge ve bilgilerle, olayın göründüğü gibi olmadığını ortaya koyardı.
3) Belgeler doğruysa ve 17 şehidin görevi ihmalden başka açıklaması yoksa istifa ederdi. (Ya da Başbakan, belgelerin doğruluğuna kanaat getirdiyse, onu görevinden alırdı.)
Ancak Türkiye'de bunların hiçbiri olmuyor.
Genelkurmay Başkanı, Aktütün'de (daha önce de Dağlıca'da) olanları merak edenleri, sorgulayanları, eleştirenleri tehdit ediyor. Susturmaya çalışıyor.
Başbakan Erdoğan ise "şeklen" kendisine bağlı (!) GK Başkanı'na, hiç olmazsa Meclis Başkanı Köksal Toptan gibi basının işlevini hatırlatacağına; sahip çıkıyor, destek veriyor.
Bu tip baskıların yeni bir yanı yok. Mesela 1980'lerin sonunda, 1990'ların başında da medya üzerinde büyük baskı vardı.
Basında, "Hikmetinden sual olunmaz paşalarımız neylerse güzel eyler " türü haber ve yorum yapanların borazanı öterdi.
Şimdi, yani aradan çeyrek asır geçtikten sonra aynı yönteme başvurmaya kalkışıyorlar.
Niye? Çünkü sorunu çözememek onları geriyor. Asabileştikçe de, "işyerinde bunalıp evde çocuğunu döven adamlar " gibi günah keçisi yaratıyorlar.
Buradaki günah keçisi de haliyle onlara başarısızlıklarında ayna tutanlar oluyor.
Eleştirilerin önünü kesmek isteyenlerin amacı bellidir: Makamlarını korumak ve karizmayı çizdirmemek.
Başbakan Erdoğan ile GK Başkanı İlker Başbuğ, medyadan günah keçisi yaratma çabasını bir yana bırakıp işlerini yapsın.
Böyle yaptıklarında eleştiriler azalacak, destek kendiliğinden gelecektir.
Sosyoloji meselesi
Engin Ardıç ve Haşmet Babaoğlu'ndan sonra şu "sosyoloji eğitimi " konusuna ben de değineyim.
Türkiye'de doğru dürüst bir lise sosyoloji eğitimi verilebilmesi için, demokratik değerlerin yerleşmesi gerekir.
" Demokrasiyle, sosyolojinin ne alakası var " diyeceksiniz. Şöyle: Sosyoloji insana toplumun farklı sınıf, zümre, kimlik ve inanç gruplarından oluştuğunu gösterir.
Yani insanların, "kötü, şerefsiz, düzenbaz ya da aptal" olduklarından değil, farklı değerlere sahip oldukları için o şekilde davrandıklarını öğretir.
Dolayısıyla gerçekten bilim yapmaya, toplumu anlamaya çalışan bir sosyologun "olağan" hali demokrasi taraftarlığıdır.
Çünkü sosyolog, farklı grupları yakından tanıdıkça, onların da siyasal sistem içinde temsil edilmeleri ve sorunlarını çözmek için demokratik süreçlerde yer almaları gerektiğine inanmaya başlar.
Eğitim sistemi demokratik değerlerden yana olmayan bir Türkiye'de, haliyle sosyoloji de doğru dürüst öğretilmez. Çünkü öğrencilerin raydan çıkmasından korkulur.