Hiç Hoş Olmadı
Göreve gelmesi sancılı oldu. Bazıları onu bir “kurtarıcı” olarak görüyordu, bazıları da bir “korkutucu”. Biz ise geçmiş tecrübelerimize dayanarak ve kadere teslimiyet göstererek gelişini sükûnetle izledik.
Bize göre artıları da vardı, eksileri de.
Artıları, sakin duruyordu. Vakur, aklı duygularına galip, az konuşan, yerine göre gerçekleri ifade eden, mesleğinde bilgili ve tecrübeli biri olarak görünüyordu.
Eksileri, daha çok bizim endişelerimizden kaynaklanıyordu. Bize göre asker yeterince dinimizi bilmiyordu. “İnsan bilmediğinin düşmanıdır” derler. Bu bilmeyiş, onu acaba dindar insanlara karşı bir tavır içine atar mıydı?
Göreve başladığı günlerde de tereddütler yaşadık. Milletin iradesiyle seçilmiş Başbakan ve Bakanlara tavrı olumsuz değildi. Türk ordusundan beklediğimiz gibi nazik, kibar ve saygılıydı. Ama ilk konuşması biraz kafamızı karıştırdı. Bir askerden ziyade, bir Başbakan gibi konuşmuştu.
Endişelendik doğrusu. Acaba eskilerden bazılarının yaptığı gibi yerli yersiz konuşacak, havayı bulandıracak, huzuru bozacak mıydı? “Bekleyip görelim” dedik.
Sonra ilk seyahatini Doğuya yaptı. Halkın içine girdi. Bire bir görüştü onlarla. Gittiği şehirlerde STK larla buluştu, görüştü, dinledi. “Bunlar da hayra alamettir” diye sevindik. Görüştüğü insanlara da “dertlerinizi açık seçik anlatın” diye yazdık hatırlarsanız.
Hatta son Aktütün saldırısından dolayı kısmen eleştirileri dinledi. Belki ilk defa o sivil uzmanları çağırdı ve onlarla terör üstüne saatlerce istişare etti. “Terörle mücadele sadece askerin işi değil” derken haklıydı. “Dağa çıkanları önlemektir asıl mesele” derken de. Hatta çok önceden “Terörle mücadelede profesyonel ordu gerekli ve bunu yapacağız” derken de…
Bu sözler bizi ümitlendiriyordu. “Demek siyasilerin ve hükümetin işlerine karışmayacak, özellikle Güneydoğu ile ilgili alacakları siyasi, kültürel tedbirleri sorun yapmayacak” diye düşünüyorduk.
Ama ne olduysa birden hava bulutlandı. Önce “terörle mücadelede demokratik bazı kazanımlar elimizi kolumuzu bağlıyor” yakınmaları bizi şaşırttı. Oysa terörün ve dağa çıkmanın kaynağı, demokratik hakların yokluğuydu. Bu kadar istişare güme mi gitmişti? Söylenenler hiç mi etki etmemişti?
Derken 12 Eylül darbesinde Kenan Evren’in yaptığı gibi kuvvet komutanlarını arkasına dizerek yaptığı Balıkesir konuşması geldi.
Benim ilk izlenim, “bu, pişmiş aşa soğuk su katmaktır” oldu. Evet, itiraf edelim, üstümüzde soğuk duş etkisi yaptı.
Ne zaman yaptı bunu?
Tam da “Genel Kurmay artık sivilleri de dinliyor, eleştirileri olgunlukla karşılıyor, dersler çıkarmaya çalışıyor” denildiği bir zamanda…
Üstelik şimdi o sakin, vakur, aklı duygularına galip adam gitmiş, yerine aşırı duygusal, sesi öfkeyle titreyen, ellerini savurarak bağıran, çağıran, kaşı gözü birbirine karışmış olarak haykıran bir adam imajı gelip oturmuştu...
Bence karizmanın çizildiği andı…
Ne kadar haklıydı, bakış açısına bağlı haliyle. Bence eleştirenlere biraz haksızlık vardı. Kimse PKK dan yana değildi. Kimse kahraman Mehmetçiğe laf etmiyordu. Kimse bu savaşta kendilerini haksız görmüyordu.
Peki, neyi eleştiriyorlardı?
Acaba gerek istihbarat, gerekse sevk ve idarede biz zafiyet var mıydı? Hepsi bu!
Derdini vakur, ciddi, kararlı ama sakince ve de gerekçeleriyle birlikte anlatabilirdi. Daha yararlı olurdu hem de. Bunun için bağırmaya, çağırmaya ve sertleşmeye gerek var mıydı?
Bence yoktu.
“Neden?” derseniz, önce şu soruya cevap vermemiz gerekir: “Askeri eleştirmek suç mudur?”
Değildir tabi. Kaldı ki eleştiri hem gerekli, hem de çok faydalı bir şeydir. İnsanlar ve kurumlar böylece eksikliklerini görür ve giderirler. Daha iyi, daha mükemmel olurlar. Veya iyi yapmışlarsa, anlamayanlara anlatma imkânı bulurlar, ikna ederler.
Onun için eleştiri yol açıcı, eğitici ve yetiştiricidir. Yeter ki hakaret olmasın, kişilik haklarına dokunulmasın, şeref ve haysiyet korunmuş olsun. Düşünce ve ifade hürriyeti bunun için değil midir?
Dilerim son olur. Bence bu görüntü şık değildir. Ne ülkemiz için, ne de konuşanın kendisi ve kurumu için hiç hoş olmadı.