Onlar mı mülteci yoksa bizim vicdanımız mı?
Büyüklerimiz “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” sözünü boşuna söylememişler. Hafızamızı biraz geriye çekip, Suriyeli kardeşlerimiz hakkında başlayan haberlerin içeriğine bir göz atacak olursak, mevta Emani ve bebeği Halaf’ın niçin hedef seçildiğini anlayabiliriz. Nitekim son günlerde propaganda kokan videoların servis edilmesi, Suriyeli gençlerin taciz meselesi ve dahil oldukları kavgalar, bir Suriyelinin ev sahibini öldürmesi… vb. haberler medyada sürekli ön planda çıkartılmış ve halkın bilinç altında kin ve nefret tohumları ekilmiştir. Ne acıdır ki, bu propagandaların sonunda kalbi kararmış, vicdanı körelmiş caniler harekete geçmiş, mazlum ve mülteci durumunda olan mültecilere karşı şiddet eğilimleri başlamıştır.
Eğer mülteciler üzerinden yapılan bu olumsuz propagandalar devam ederse korkarım yaşadığımız sorunların önünü alma imkânımız kalmayacak. Sakarya’da iki caninin, Suriyeli bir anneye tecavüz edip çocuğu ile birlikte katletmesi bu konudaki endişelerimizi daha da arttırıyor. Anne ile bebeğin cenaze namazında insanları vicdani duyarlılığa çağıran Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez onlar mı mülteci bizim vicdanımız mı ifadesi ile birlik beraberlik çağırısında bulundu. Cenazede gözyaşlarını tutamayan Görmez şunları söyledi:
“Bir babanın hassasiyeti, bir babanın duygusallığı ne diyorsa benim sözüm odur. Bize ne oldu ki biz zalimlerin, zulmün yaraladığı mazlumun zalimi olduk. Bize ne oldu ki biz vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk. Bunun üzerinde hep birlikte düşünmeliyiz. Buradan bütün insanlığa sesleniyorum, cenazesini kıldığımız 20 yaşındaki anne, 10 aylık bebek mi mülteci yoksa bizim vicdanımız mı mülteci? Onlar mı mülteci yoksa bizim merhametimiz mi mülteci? Bir hilalin gölgesine hepimiz sığındık, 10 aylık bebek mi sığmayacak bu tarih boyunca mazluma umut olmuş, bu güzel vatana, bu aziz vatana.”
Bugün İslam toplumlarının 2006 sonrası ortaya çıkan “kaosteorisi”nin etkine girdiği ve bu teorinin öngördüğü inanç kardeşliği savaşlarının başladığı görmekteyiz. Şu an ülkemizde ve bölgemizde oluşan bütün savaşlar, toplumsal krizler, bizlerin tevhidi bir duruş sergilemeyip, olayların ve tarihin nesnesi haline dönüşmemizden kaynaklanıyor. Tarihin ve olayların öznesi olup, buna karşı toplumsal bir model, bir medeniyet ufku geliştirebilmiş olsaydık sadece ülkemiz için değil coğrafyamız dışındaki toplumlar için de bir yaşam düsturu inşa edebilirdik. Bu konu siyasilerin, kanaat önderleri ve entelektüellerin temel meselesi olmalıdır. Yoksa kanayan yaramızı sarma imkanımız olmayacak, bundan emin olabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.