“Orman Çiftliği” kimin?
Hemen koro halinde “Atatürk’ün” diyecekler!
Peki, Atatürk’ten önce kimindi? Daha önce gerçeği birkaç defa yazdık, bir daha yazıyoruz.
İnkılap tarihi kitaplarına göre, Orman Çiftliğinin öncesi yok. Gerçekten öyle mi? Bugüne kadar hiçbir inkılap tarihi hocası bunu merak etmedi.
Atatürk Ankara’ya başkent yaparak küçük, önemsiz bir bozkır kasabası olmaktan çıkarırken bir de Orman Çiftliği yapıp milletine armağan etmişti...Bu hususlarla ilgili ilköğretimden beri kafalarımız doldurulur. Sorgulayan da çıkmaz ki, hakikat ne.
Ankara’yı başkent yapanlar şehri yoktan var ettiklerini iddia ettiler. “Ankara yoktu, önemsizdi, küçük bir kasaba idi, biz 20. yüzyılda yeni bir Ankara kurduk” iddiasının iler tutar yanı yok. Doğrusu şu: Zaferi kazandıktan sonra zaferin kazanılmasında mühim rolü olan gerçek Ankara yok sayıldı. Tıpkı, Millî Mücadele’nin fikrî ve manevî zeminini oluşturan İslâm’ın reddedilmesi gibi.
Bugünlerde yine sözü çok geçiyor, Ankara’da meşhur Atatürk Orman Çiftliği var. Bu arazinin bir kısmına Cumhurbaşkanlığı külliyesi yapıldı. Bugüne kadar yapılan propaganda, Orman Çiftliği’nin Atatürk’ün dahiyane bir icadı olduğu yönünde idi. İşte bu tezin fersude bir özeti:
“Ankara hükümet merkezi olduktan sonra, Atatürk bu şehri çevreleyen topraklarda fennî ziraat yapılabileceği ve bu çorak arazide orman kurulabileceğini ısbat etmek maksadıyla Gazi Orman Çiftliğini tesis etti.” (İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi, C. 1, 1946)
Ankara, tarih boyunca ziraat ve ziraate dayalı sanayii ile dünyaca tanınmış bir şehirdi. Sırf Ankara ve civarında yetişen tiftik keçisinin tüyü ve bu tüyden, yani “tiftik”ten yapılan sof, şal ve muhayyer gibi kumaşlar bütün dünyanın ilgisini çekiyordu. Tiftik keçisinin dünya lisanlarındaki adı “angora”dır. “Moher”, ingilizce imlâsıyla “mohair” ise “tiftik” demektir. Mohair kelimesi çok tanıdık bir kelimenin İngilizceleştirilmişi: Muhayyer.
Ankara bozkırın ortasında bir şehirdi ama bağlar ve bahçelerle çevrilmiş, yeşillikler içinde bir şehirdi. Bakın yaklaşık yüz elli yıl önceki Ankara salnamelerinde Ankara’nın bağ ve bahçeleri nasıl anlatılıyor:
“Şehrin üç yönünü süsleyen on bine yakın bağlarda mükemmel ve muntazam kâşaneler ve köşkler ve leziz sular ve sebiller mevcud olup ahalinin büyük bölümü yaz mevsiminde bağ ve bahçelere nakl ile yaz faslını buralarda geçirirler.
Ankara şehrini en fazla letafetiyle ünlendiren bu bağlardır ki ekserisinin şehre yirmi otuz dakika yakınlığı (yürüme mesafesi) ve sefa saçmakta İrem bağını hatıra getirmeyecek derecede mükemmeliyeti olduğundan bunların bahar mevsiminde yenilenen tazeliği ve görünüşü bakanları sevinç ve şevk nurlarına gark etmekte ve yaz ortasına değin her dem taze olan çimenler ve çiçeklerin seyri hayat veren ruhanî bir zevke eriştirmektedir.
Ankara’da dört mevsim tamamıyla hükmünü yürüttüğünden kudretin feyzinin bahar mevsiminde bolca verdiği ruhu besleyen güzellikler hangi yöne göz çevrilse letafeti göz almakta ve bütün zemin türlü türlü çiçekler ile süslü bir zümrüd kadife gibi tabiatın en şaşaalı süslerini şevk gözleyişlerine sunmakta ve sevinmektedir.”
Metnin dilini bugün anlaşılacak şekle soktuk, ama üslubunu koruduk. Bağ ve bahçelerde 10 bin ev, köşk demek, bütün şehir ahalisi, yaz aylarında bağ ve bahçelerde yaşıyor demek. İşte Millî Mücadele sırasında ihtiyaç olduğunda bu yapılar da devreye sokulmuştur.
Salnamede şehrin üç yönündeki bağlardan bahsediliyor. Aslında dört yönü bağlık bahçelik desek yanlış olmaz. Eski bağ ve bahçe semtlerini saymağa kalksak, şimdinin Ankaralıları “vay canına, bizim oturduğumuz yer eskiden bağmış, bahçe imiş” derler.
Hani bu değirmenin suyu nereden geliyor, denilir ya… Şehrin yeşil alanları nasıl sulanıyor? Yine salnamelerdeki “enhar” yani “nehirler” kısmına bakalım:
“Çubuk Çayı namıyla maruf olub şehrin kuzey tarafından akan nehrin bir kısmı açılan harklar vasıtasıyla civardaki ekili yerleri suladığı gibi doğu yönünden akan Debbağhane Deresi (Bent Deresi) dahi özel su kanalı ile akıtılarak mevcut bağ ve bahçe ve bostanlar sulanır.”
Buraya kadar asıl mevzuumuz olan Orman Çiftliği ilgili bir bilgi yok. Şehrin bir akarsuyu daha var: İncesu Deresi. İşte salnamelerde onunla ilgili bilgi:
“Şehrin batı yönünden gelen ve o taraftaki bostanlardan büyük bölümünü sulayan İncesu Nehri dahi bir iki bin hayvanın otlanmasına kâfi olan çayırları sulayarak Orman Çiftliği ile Akköprü arasından sözü edilen Çubuk Çayına dökülür.”
Evet bir okuma yanlışı yok: Orman Çiftliği…
1872 tarihli ilk yıllıktan itibaren salnamelerde ismi geçen bir mevki…Bu mevkiin ağaçlık bir yer olduğunu tahmin etmek zor değil. İki bin hayvanın otlamasına müsait bir yer. İşte bu yer ve ona ekli olan kıraç arazi Atatürk tarafından ele alınıyor ve şimdi Atatürk Orman Çiftliği denilen işletme ortaya çıkıyor.
“Cumhuriyet tarihi” yazarları doğru dürüst türkçe bilmediklerinden, yani Cumhuriyet öncesi kaynakları okuma ve anlamaktan mahrum olduklarından, Tek parti devrinde ortaya atılmış propaganda maksatlı metinleri baş tacı ediyorlar. Orman Çiftliği isminin yüzyıllardır mevcut olduğundan haberdar bile değiller.
Demek ki, Orman Çiftliği eskiden beri varmış, arazi bir şekilde Mustafa Kemal Paşa’ya intikal etmiş. O da başka araziler de ekleyerek bir tarım işletmesi oluşturmuş, fakat içine köşkler, havuzlar da yaptırmış. Sonra Hayvanat bahçesi vb. bazı tesisler ilave edilmiş.
Ya Atatürk’ün yaptırdığı fabrika nedir? Bira fabrikası! Evet yanlış okumadınız, Çiftlik’te bir de bira fabrikası yapıldı. Bugün ne Ankara’nın göbeğinde tarım işletmesi çok anlamlı, ne de bira fabrikası göğüs kabartıcı.
Atatürk’ün ölümüyle devlete intikal eden çiftlik arazisinin korunması önemsiz mi? Elbette önemli. Ankara’nın merkezinde geniş bir yeşil alan. Her bakımdan önemli ve güzel. Bu arazinin talan edilmesine hep birlikte karşı çıkalım. Peki bu araziyi en çok kim talan ediyor? Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı! Çiftliğin içinden geçen dört şeritli yollar yaptırdı. Bunu şehir trafiğini rahatlatmak için yaptığını farzedelim. Ya Ankapark?
İşte asıl rezalet bu! Asıl israf bu!
Çiftliğin çok geniş bir bölgesine dünyanın en büyük tema parkının 15 katı oyuncak ihtiva eden, cambazhane ve sirklerden oluşan bir kompleksi büyükşehir belediyesi yapıyor! Bütün dünyanın zengin, müreffeh ülkelerinin yöneticileri ahmak, salak; bu yüzden eğlence sektörüne kaynak aktarmıyorlar, bir tek Türkiye’de akıllı, müdebbir bir başkan var! Üstüne üstlük bu eğlence yerinin girişine mimari tarihimizde kutsalı çağrıştıran Mevlana’nın türbesinden başlıyarak camiler, minareler, türbelerin “replikaları” yapılıyor.
Buna da çok has atatürkçüler kadar en hasbi “islâmcılar” da itiraz etmiyor! Neden acaba? Neden Ankara’nın müzmin belediye başkanı hakkında olumsuz haberler gazeteler, televizyonlara yansımaz? Tahminini size bırakıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.