Türk'ün 151 dostu

Türk'ün 151 dostu

İçeride sürüp giden kısır tartışmalara bakmayın; Türkiye'nin uluslararası etkinliği giderek yükseliyor. BM Genel Kurulu'nda 192 üyeden tam 151 oy alan Türkiye, Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi 47 yıllık aranın ardından.

Bu, kuşkusuz önemli bir başarı. Üstelik sadece Türk diplomatlarının değil, sürece 'kamu diplomasi'si alanında destek veren işadamlarının ve sivil toplumun da başarısı... Ama böyle bir sonuç için diplomasi tek başına yetmez, ülkenin 'performans'ına da bakılır.

Türkiye'nin son yıllarda izlediği aktif, inisiyatif alabilen, güven veren dış politika çizgisi ve içeride her şeye rağmen başardığı demokratik istikrarı BM Güvenlik Konseyi'ne rekor oyla seçilmesinde etkili oldu. Böylece Türkiye 'küresel aktör' konumuna biraz daha yaklaştı; ancak bu, bölgede aktif dış politika adına 'dayılanan' bir Türkiye ile değil, diyalog ve işbirliğini bölgesel politikasının esası yapan bir Türkiye ile mümkün oluyor.

Türkiye'nin bölgedeki görünümü değişiyor, bölgesinde istikrar ve güvenin vazgeçilmez unsuru haline geliyor. Aslında Türk dış politikasında bir 'paradigma değişimi'nden bile söz edebiliriz; realist bir teorik zemine yaslanan güç gösterisi, tehdit ve çatışma yerine 'ortak çıkar' fikrine dayanıp 'işbirliği'ni merkeze alan 'liberal' bir uluslararası ilişkiler felsefesinin izlerini görmek mümkün Türk dış politikasında. Dünya siyaseti ve ekonomisiyle uyumlu bir tavır bu. Özellikle de AB üyeliği perspektifiyle uyumlu...

Sonuçta, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine AB ile tam üyelik müzakereleri yapan bir ülke seçildi. Ama bu ülke sadece AB vizyonu taşıyan bir ülke de değil. Avrupa grubundan seçilen ama Avrupa ile dünyanın diğer coğrafyalarını, kültürlerini de buluşturabilen bir ülke. Son yıllarda İspanya ile birlikte medeniyetlerarası diyalog girişimindeki liderliği alınan sonuçta kuşkusuz etkiliydi. Aslında unuttuğumuz bir gerçek; Türkiye küresel siyasette temsil kapasitesi yüksek bir ülke. İçeride 'kendi kimlikleri'yle barışan bir Türkiye'nin dışarıda farklı kültürleri, coğrafyaları temsil etme imkânı da büyüyor. Avrupa'yı olduğu kadar Balkanları, Kafkasya'yı, Ortadoğu'yu, Orta Asya'yı ve hatta Afrika'yı ve Asya'yı bile temsil kabiliyeti olan bir ülkeden söz ediyoruz. Bu değerleri elinde bulunduran bir ülkenin dış politikada güven odağı, diyalog ve işbirliği köprüsü olması mümkün.

Bölgesel ve küresel siyasette herkesin konuşabildiği, farklı kesimlerin güvenini taşıyabilen ender bir ülke profili var Türkiye'nin. İsrail ve Suriye, İran ve ABD, Gürcistan ve Rusya arasında 'arabuluculuk' rolü üstlenebilmek Türkiye'nin son yıllarda geliştirdiği yeni dış politika paradigmasıyla alakalı.

Bütün bu yeni 'vizyon'un temelinde ise Türkiye'nin bölgedeki gerginlik ve çatışmalardan beslenmeyi tercih etmek yerine daha rasyonel ve 'liberal' bir dış politika izlemesi, yani ekonomik, diplomatik, kurumsal işbirliği ağlarıyla bölgeyi 'barışa ve istikrara demirleme' stratejisi yatıyor.

Sonuçta dışarıyla ilişkilerde gerçekleştirilen diyalog ve işbirliği zemininin içerideki çatışma konularında da (Kürt meselesi ve laiklik tartışmaları başta olmak üzere) başarılması durumunda Türkiye bölgenin yükselen yıldızı olur. Demokratik istikrar ve ekonomik kalkınma yıldızın parlamaya devam etmesi için elzem. Profesör Ahmet Davutoğlu'nun sözünü kimse aklından çıkarmasın: 'Türkiye'nin en önemli yumuşak gücü (soft power) demokrasisidir'. (Insight Turkey, Cilt 10, No. 1, 2008, s.84)

Yeniden düşünülmesi gereken bir şey de var: 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' saplantısı. Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Ramazan Gözen BM Genel Kurulu'nda Türkiye'ye verilen 151 oy için; 'Demek ki Türk'ün Türk'ten başka 151 dostu (ülke) varmış.' diyor. Bence hiç de haksız değil. Çatışmaya değil işbirliğine, düşmanlığa değil dostluğa odaklanan bir Türkiye mümkün...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi