Sivasla tanışıklığımızın 40. yılında
Kırk yıl önce, tam da bugünlerde, yani ekim ayında...Ulucami belgeseli için Sivas’ın yolunu tutuyoruz. Esasen uçakla gideceğiz, biletler alındı, fakat Muhsin Mete’nin bir yanlış tefsiri uçağı kaçırmamıza sebep oluyor. Bize otobüsle gitmekten başka çâre kalmıyor.
Kırk yıl sonra yine Sivas yolundayız ve yine otobüs yolcusuyuz! Bu sefer uçağı kaçırdığımız için değil, Ankara’dan Sivas’a aktarmasız uçak olmadığı için; aktarmalılar ise en az otobüs yolculuğu kadar zaman alıyor. “Kırk yıl sonra ne terakki!” desek yeri var! Tercihimiz hava alanlarında sürünmek yerine otobüsle gitmek oluyor...
Kırk yıl önce Ulucamii için gittiğimiz Sivas’a sonra da çeşitli vesilelerle yol uğratmışlığımız var. Konuşma yapmak maksadıyla veya Birlik Televizyonu kurma çalışmaları için gittiğimiz gibi, Nureddin Topçu’nun vefatının 25. yıldönümünde, Ankara’dan Erzurum’a kadar güzergâhta anma toplantıları vesilesiyle de Sivas’da oluyoruz. Dokuz sene önce TYB’nin 30. yılında düzenlenen Edirne’den Ardahan’a Kültür Kervanı’nın yolu Sivas’tan geçiyor.
Yıl 2008, Kültür Kervanı’nın Kayseri’den sonraki durağı Sivas. Sivas’ta, Belediye ile müştereken “Yavuz Bülent Bakilerle 72 yıl” programını icra etmiştik. TYB’nin kurucularından olan Sivaslı Yavuz Bülent Bakiler’in de katıladığı toplantının Atatürk Kültür Merkezi salonunda saat 14.00’te başlayan ilk bölümünde Hicabi Kırlangıç (TYB Genel Başkanı), D. Mehmet Doğan, Sami Aydın (Sivas Belediye Başkanı), Veysel Dalmaz’ın (Sivas Valisi) açılış konuşmalarından sonra Kadir Küplü başkanlığında 1. Oturuma geçilmişti. Bu bölümde, Bilal Tırnakçı, Berat Demirci ve Olcay Yazıcı konuşmuştu. İkinci oturuma geçmeden Murat Kıral Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerini seslendirmiş, Âlim Yıldız’ın başkanlıık ettiği 2. Oturum’da Eyüp Tanyıldız, Kutlu Özen ve A. Turan Alkan konuşmuş, Yavuz Bülent Bakiler’in konuşması ile vefa toplantısı sona ermişti.
Dokuz yıllık aradan sonra Sivas’a geliş sebebimiz Nureddin Topçu’nun “Maarif dâvası”nı anlatmak. Millî Eğitim Bakanı’nın Sivaslı olmasının konuyla ilgisi yok; dâvet sahibi Eğitimde Diriliş Derneği. Gençleri kitap okumaya yönlendirmek için çeşitli faaliyetler yapan öğretmenlerden müteşekkil bir dernek. Bu arada, “önce kendileri okuyor, sonra öğrencileri teşvik ediyorlar” dersem, yaptıkları iş daha iyi anlaşılır.
Nureddin Topçu, maarifçilerimizin geç kalmış bir keşfi. Geçen sene öğretmenlere tavsiye edilen kitaplar arasında onun Maarif Davası kitabı da var. Program akşamdı, pırıl pırıl günlük güneşlik bir Sivas’la karşılaşınca herbiri yürüme mesafesinde olan tarihî eserleri ziyaretimiz kolay oldu. Bu arada, “zaman zaman ceketimi çıkarmak mecburiyetinde kaldım” diyerek havanın güzelliğini bir daha hatırlatmış ve Sivasla birlikte anılan “soğuk” kelimesinin çok yerinde kullanılmadığını belirtmiş olalım!
Sabah altıya doğru Sivasa yaklaşırken bulutsuz gökte uçakların çiziktirdiği şekiller dikkatimizi çekti. Güneş arkadan vuruyor ve bu çizikleri daha görünür hâle getiriyordu. Dernek başkanı Fahreddin Yıldız ve Kâmil Koç beylerle buluştuktan ve erken vakitte koyu bir kahvaltı sohbetine daldıktan sonra unutmamak için “Güdük Minareyi görmek istiyorum” dedim. Sebebini açıklamam gerekti tabiî. Sivas’a defalarca geldim, bir kere bile bu 14. yüzyıldan kalma ilginç yapıyı göremedim. Birbirine yakın mesafede Çifte Minare, Şifaiye, Buruciye ve Gök Medrese gibi büyük eserleri her defasında ziyaret ederken, Güdük Minare ihmale uğruyordu.
Merak etmekte haksız değilim: Hakikaten minare mi? Gerçekten “güdük” mü? Güdük, bodur bir yapı ya bitmemiştir ya da cesametine göre yüksekliği azdır. Güdük Minare, ikinci türden. Kesinlikle minare değil. Bir kümbet, bir türbe; fakat alışılmış cinsten bir türbe veya kümbet değil. Kare ana mekânı taş, üzeri tuğladan yapılmış binanın arada parıldayan turkuvaz (biz “Türk mavisi”ne firuze deriz) çinileriyle vakti zamanında göz kamaştırdığı tahmin edilebilir. Bu ilk ziyaretimizde etrafını dolaşarak yapıyı bütünüyle kavramaya çalışıyoruz. Her ne kadar güdükse de, nice minareyle yarışacak yükseklikte. Biz türbe etrafında dönerken, rehberlerimizden biri “eskiden vatandaş bu yapının etrafında kabakulaktan kurtulmak için dönerdi!” demesin mi! Güdük Minare’de yatan zat Alaeddin Eretna oğlu Hasan bey. Öyle evliyadan filan değil, o yüzden halk onu yatırdan sayıp ziyaret etmiyor olmalı ki, böylesine asırlara direnen bir yapıya da bir sorumluk yüklemiş, bu da tıbbî bir sorumluluk olmuş!
Bir aralık Ankara’ya da hâkim olan Eretnaoğulları beyliğinden çok fazla eser kalmamış, kalan üç beş yapı arasında kümbetler dikkati çekiyor. Hasan bey, hükümdar olamadan vefat etmiş, babası Eretna ona bu görkemli kümbedi yaptırmış. Hükümdar babası bu kabri yaptırdıktan beş sene sonra Kayseri’de vefat etmiş, onun adını yaşatan görkemli bir kabri yok; erken yaşta ölen oğlunun adı ise bu benzersiz kümbette yaşatılıyor.
Günün bereketi, bir ilk daha gerçekleşiyor, geç vakit de olsa, Şemseddin Sivasî camiini ve türbesini ziyaret ediyoruz. Bu ismi şehirle birleşmiş mutasavvıf esasen Tokatlı, Sivas’a vali Hasan Paşa’nın daveti ile gelmiş. 3. Mehmed’in Eğri seferine katılmış. Ak Şemseddin’e nisbetle Kara Şemseddin, büyük cihadı yapmıştır, Peygamber efendimizin emri olan küçük cihadı da eksik bırakmak istemez, seksen yaşında iken Abdülvehhab Gazi’nin sancağını alarak yola çıkar. Esasen, padişah da onu dâvet etmiştir...Zaferden sonra Sultan’ın İstanbul’da kalması ricalarını reddederek Sivas’a döner...
Sivas’a dönmek...Ben evliya menkıbelerini ciddiye alırım; dünü anlatır, fakat geleceğe işaret eder! Sivaslı Şemseddin söylüyor:
Derd-i aşka düşmeyen dermâna olmaz âşinâ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.