Aliya İzzetbegoviç, bütün Balkan coğrafyasına ilahî bir rahmetti...
Saraybosna benim için siğim siğim yağan yağmurdur, iliklere işleyen rahmettir...
Aliya İzzetbegoviç, bütün Balkan coğrafyasına ilahî bir rahmetti...
Dünya gözüyle görmediğim bu güzel şehri ziyaret ve büyük lider Aliya ile tanışmak için bazı fırsatlar çıktıysa da, ancak son Balkan savaşında tarihin tekerrürüne üstün bir kararlılıkla “dur!” diyen bu büyük insanın vefatı üzerine, cenaze merasimine katılmak için Saraybosna’ya gelebildim.
Yıl 2003, 14 yıl önce bu gün!…O yağmur, o iliklerimize kadar işleyen rahmet; elbette unutulmaz…Aliya’yı unutmadık, o ilahî rahmet hafızamızdan asla silinmez.
O yağmurlu günde, Aliya’ya helâllik istendiğinde “helâl olsun” diyenler arasında olmak, ebediyete uğurlanırken cemaatinde bulunmak, benim için hatırdan çıkmayacak şerefli bir vazife idi.
Aliya İzzetbegoviç, Balkanlarda defteri kapanmış addedilen 5 asırlık müslüman varlığının bütün olmazlara, red ve inkârlara rağmen hayatiyetini ilan eden ve bunu cümle âleme kabul ettiren lider olarak bir dönüm noktasını temsil ediyor.
Balkanlarda başka müslüman toplulukların da mevcut olduğunu biliyoruz. Bir kısmının nüfusunun Boşnaklardan daha fazla olmasına rağmen hiç birinin Aliya’nın kararlılığı ile konuşan, gerçek kimliğinin hakkını veren bir lideri olmadı bugüne kadar.
Onunla ne kadar iftihar etseniz azdır, ne kadar iftihar etsek yetmez! Allah rahmet etsin!
Türkiye, Aliya İzzetbegoviç'i, zamanımızın yüzakı dirençli bir toplum önderi ve devlet adamı olarak tanımadan önce, fikir adamı olarak biliyordu. "Doğu ve Batı Karşısında İslâm"ın türkçe tercümesinin ilk yayınlanışı 1987'dedir. Bu kitabın o sıralar piyasada bulunan tercüme "İslâmî yayın"lardan bir hayli farklı olduğu hemen hissediliyordu. İdeolojikleştirilmiş "islâmî" malûmatın pratik ve pragmatik reçeteciliğinin ötesinde felsefî yoğunluğu olan ve tefekkür tarafı ağır basan eni konu ciddi bir eserle karşı karşıya idik.
Aliya'yı asıl, komünist dünyanın çöküşünden sonra "medeniyetler çatışması" tezini doğrular şekilde başlayan olayların sıcağında yeniden ve gerçek anlamda tanıdık. 19. Yüzyılın Doğu Avrupa ile Balkanlarda neredeyse olağanlaştırılan "etnik temizlik" uygulamasının yeni bir versiyonu 20. Yüzyılın sonunda deneniyordu. Bu denemenin hedefi yine "müslümanlardı".
3. Balkan Savaşı biz yaşarken oldu! Yani Bosna’daki son haçlı taaruzunu gün gün yaşadık, acılarını derinden hissettik, Avrupa’nın müslümanlara bîgâneleğini apaçık ve bir daha gördük. Avrupa’nın ortasında cereyan eden müslüman kıyımını önlemek için kimimiz buğz etti, kimimiz diliyle veya eliyle engel olmaya çalıştı. En önemlisi, Aliya İzzetbegoviç gibi bir lidere sahip boşnaklar bütün olumsuz şartlara rağmen güçlü bir irade gösterdiler ve şanlı bir direniş ortay koydular. Savaşın kaderini lehlerine çevirme belirtileri görülürken durduruldular ve çok da makbul olmayan bir barışa mecbur edildiler.
Türkiye'de başlangıçta Devlet katında olmasa bile, halk katında bu manevî-tarihî bağlar görmezden gelinmedi. Bir hayli Boşnak, yüz yıl boyunca muhtelif zamanlarda muhaceretle toplum hayatımızın bir parçası olmuştu. Bosna halkının ve onun önderi Aliya'nın çağdaş bir destandan başka bir şey olmayan şerefli direnişi, Türkiye’de kitleleri ciddi olarak etkiledi. Sivil toplum kurumları, siyasî partiler ve nihayet belli ölçüde resmî kuruluşlar konuya derece derece ilgi gösterdi. Geniş kitleler Bosna ile dayanışma için seferber oldu.
Türkiye'nin hayli batısından konuşan; konuşmakla kalmayan, mücadelesiyle çağdaş İslâm dünyasının vicdanı olarak öne çıkan Aliya İzzetbegoviç'in yaptığını Osmanlının gölgesi çekildikten sonra Osmanlı bakiyyesi topraklarda yapan olmamıştı o güne kadar. Aliya, bir asır boyunca istikrarlı şekilde katliama tâbi tutulan bir coğrafyada, her şeyin rağmına varolmayı sürdüreni kuvvetli şekilde hatırlattı.
Geçen yüzyılda "Şark Meselesi"nin bir cüzü olarak Avrupa İslâm’dan/ müslümanlardan temizlendi; bu etnik görünümlü bir "dinî" temizlikti. Bosna Osmanlı’nın son terk ettiği yerlerden (1878 Berlin Konferansı, 1909’a kadar şeklen Osmanlıya bağlı sayıldı). Bu tarihten sonraki yarım asır, Balkan ve Doğu Avrupa müslümanları için izi ancak üç-dört nesil sonra silinebilen acıların, zulümlerin, kıyımların tarihidir. Bu yarım asırda bütün Balkanların dindar unsurları büyük ölçüde Türkiye'ye, İstanbul'a muhacir oldular.
Türkiye Cumhuriyeti'nin milletlerarası kurucusu belgesinde, bu dramın, yani muhaceretin son perdesi kayda geçirilmişti. Avrupa'nın müslüman (veya Türk) unsurlardan tamamen temizlendiği Lozan'da resmen kabul edildi. Artık Doğu Avrupa'nın ve Balkanların geleceğinde müslümanların, türklerin içeriden söyleyecek hiç bir sözü olmayacaktı. Türkiye'nin de Batı Trakya hariç, konuşacağı mevzu bulunmayacaktı.
Aliya’nın, mücadelesiyle ve konuşmalarıyla, Batı’nın arzularına uyarak, reelpolitiğe uygun sonuçlar almayı hedeflemediği apaçık görülmektedir. Söyledikleri ile yaptıkları birbirinden ayrılır gibi değildir. Avrupalıların değerlerinin sözde olduğunu, onların küçümseme temayülünde oldukları Müslümanların ise, yüzyıllardan beri farklı inanç ve kültürlere müsamaha ile yaklaştıklarını “Benim hoşgörüm, Avrupa değil müslüman kökenlidir” cümlesiyle yüzlerine vuruyordu.
Bosna meselesi karşısında Avrupa’nın yaklaşımı müslümanlar için hayırhah olmamıştır. Batının mazlum-yapıcı hırıstiyan/zalim yıkıcı müslüman şablonu bir daha iflas etmiştir. Aliya, bunun tam tersi olduğunu açıkça beyan ediyor. Bunun için tarihin şahadeti yanında yaşananların yakıcılığı kâfi delildir.
Bugün burada bulunuşumuz, İstanbul’un fethinden 10 yıl sonra Fatih Sultan Mehmet’in 1463’teki kararlılığını 5 asır sonra kuvvetle teyid eden Aliya’nın kararlılığının bir sonucudur. Onun güçlü kararlılığının ve halkının sarsılmaz inancının ve iradesinin neticesidir…
Bu inanç geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bizi var etmeye devam edecek!
Rahmet olsun Aliya’ya, selâm olsun Bosnalılara!
*D. Mehmet Doğan’ın 19 Ekim 2017’de “Bosna Hersek’in 25’inci bağımsızlık yılında ‘İslâmın Uç Beyi Aliya’” programında yaptığı konuşma.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.