Bosna’nın güneşli yüzü ve “İslâmın Uç Beyi Aliya”
Üç yıl sonra yeniden Bosna’dayız...İlk ziyaretimiz hüzünlü günlerde, Aliya İzzetbegoviç’in cenaze merasimi dolayısıyla olmuştu. Ankara ve İstanbul’dan üç uçak dolusu Bosna ve Aliya muhibbi, o yağmurlu günde bu şehirde idik. Saaterce bekledik ve yürüdük. Yağmurla gittik, yağmurla döndük. Sanki Aliya’nın ruhu o gün rahmet olmuş bu topraklara siğim siğim yağıyordu...
Bosna Dayanışma Grubu’nda Türkiye Yazarlar Birliği’ni temsil eden çizer Necdet Konak ve TYB’nin kurucularından Erdem Bayazıt ile beraberdik. Necdet Konak, Bosna Dayanışma Grubu’nun büyük oğlumun geçirdiği kazadan ötürü gidemediğim Saraybosna seferine katılmış ve benim adıma Türkiye Yazarlar Birliği’nin şeref üyeliği beratın Aliya İzzetbegoviç’e takdim etmişti. Aliya’nın TYB’nin bu ilgisinden memnuniyetini dönüşte bize heyecanla aktarmıştı. Aliya muhabbeti sağlık durumu elverişli olmamasına rağmen (kanser tedavisi görüyordu) onu cenaze merasimine katılmaktan alıkoymamıştı. Nitekim, bir yıl bile geçmeden vefat etti, aziz arkadaşımız. Allah rahmet etsin. (Erdem Bayazıt’ı da 2008’de kaybettik, ona da rahmet diliyorum.)
Bu yağmurlu günden hatırımızda, cenaze namazından sonra Reisülulema’nın “hakkınızı helâl edin” hitabına karşı verdiğimiz “helâl olsun” cevabı ile yağmurdan ıslanmamak için dağıtılan ve hâlâ o günün hatırası olarak muhafaza etmeye çalıştığım şemsiye kaldı.
Balkan şehirlerinin birçoğu için “Bursa gibi” denilir. Bu doğrudur. Balkan şehirlerinin neredeyse tamamını Osmanlılar kurmuştur; Balkanlarda şehir tarihi Osmanlılarla başlar desek yanlış olmaz. Bursa örneği bu yüzden sahih bir örnektir. İstanbul’un fethinden önce zaten örnek Bursa’dır, sonra da İstanbul’un farklı yapısından ve büyüklüğünden ötürü Bursa örneği geçerlidir.
Bosna bir dağın (Trebeviç) eteğine kurulmuştur ve içinden nehir (Miljacka) geçen bir şehirdir. Yeşilliğine yeşildir, sulaklığına sulaktır. Buna bir de ecdadın yapıcılığını eklersek, Bosna’nın bir Osmanlı şehri olarak varlığı ortaya çıkar. Evler, camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, Fatih devrine mahsus bir yapı olarak bilinen bedesten (Bosna’da kapısında “bezistan” yazıyor), arasta ve çarşıyı teşkil eden dükkânlar...
Çarşı deyince, Saraybosna’da “Başçarşı” hatıra gelir. Tabiî “baş çarşı” denilince başka küçük çarşıların varlığı düşünülebilir. Bunun “Çarşıbaşı” demek olabileceğini düşünüyorum, yani çarşının başladığı yer. Başçarşı’nın, hatta Evliya Çelebi’nin zamanında binden fazla dükkân olduğunu kayda geçirdiği bütün çarşının sembolü 18. asırda inşa edilmiş zarif sebildir.
Balkanlarda şehir tarihi Osmanlılarla başlar dedik. “Evliya Çelebisiz şehir tarihi yazılmaz” diyerek sözümüzü tamamlayalım. Evliya, Bosna’da 104 mahalle olduğunu, 10 Sırp, Bulgar, Eflakan, Latin ve 2 Yahudi mahallesi dışında müslümanlarla meskûn bulunduğu belirtiyor. Ona göre şehirde 17 bin bina var. Bosna 170 mihrablı bir şehirdir, bunların 77’sinde cuma kılınır, yani camidir. Evliya, Fatih camii, Ferhad Paşa, şehrin tam ortasında Hüsrev Paşa, Gazi Ali Paşa camilerinden söz ettikten sonra en büyüğünün Hünkâr (Fatih) camii olduğunu belirtiyor. Bosna’da 47 tekke olduğunu da kaydeden Evliya Çelebi, hem güvenliğin hem de insanların birbirine itimadının ne ölçüde olduğunu şu şekilde anlatıyor: Esnaf akçe sayarken ezan okunursa, akçeyi meydanda bırakıp dükkânlarını kapamadan camiye giderler, işlerine namazdan sonra kaldıkları yerden devam ederler!
Bosna tabiatla tam uyumlu, insanî ölçülerde güzel mi güzel bir şehir. Bu şehrin 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı özelliklerini tamamıyla koruduğunu biliyoruz. O meş’um 93 Harbi, Yani 1877 Rus savaşı sonrası Bosna Avusturya’nın eline düşer. Şeklen Osmanlıya aittir, gerçekte Avusturya hâkimiyetindedir. Osmanlı Bosnasını örtmek, geri plana düşürmek için Avusturyalı mimarlara hayli büyük ölçekli taş binalar yapartırılır. Şehir batı istikametinde genişletilir böylece.
Avusturya hâkimiyeti sona erince Osmanlı Saraybosnası ikinci bir yapı tabakası ile sarılarak görünmez kılınmak, daha açığı, önemsizleştirilmek istenir. Sosyalist inşacılığın bütün özelliklerini taşıyan bu bölüm de şehri Ilıca’ya doğru büyütür. Bugün Bosna üçüncü bir yapılaşma dalgası ile sarılıyor. Artık bu bağımsızlıktan sonraki yapılaşmadır. Belki de en fazla şehri kapatan bu yapılaşma faaliyeti olacaktır. Artık şehir Ilıca’ya kadar uzamıştır. Asıl Bosna ile bu yeni şehrin müşterek yapısı cami bile bir hayli değişmiş, bizim cami tahayyülümüzün dışında bir biçim kazanmıştır.
Her devasa yapı, yüksek bina Saraybosna’nın insanî ölçekli şehir kimliğinin değerini bir kat daha artırıyor. Bundan sonra da Saraybosna’nın timsali bu devasa, bu abartılı yüksek yapılar olmayacak. Hiçbiri Başçarşı’daki o zarif sebille aşık atamayacak, hiçbir nevzuhur cami Gazi Hüsrev Bey’in ruhaniyetinden nasiplenemeyecek.
Ilıca’dan şehrin merkezine bir tramvay hattı uzanmaktadır. Bu hatta bir bölümü Yugoslayva döneminden kalan ahı gitmiş vahı kalmış vagonlar çalışıyor. Meğer bu hat o katliamlar döneminde de faalmiş. Hattı gören yüksek binalarda Sırp keskin nişancıları mevzilenir ve akıllarına estikçe tramvay hizalarından geçerken yolcuları rastgele öldürürmüş. Bu yüzden bu tramvaya “Bosna ruleti” denirmiş!
Bu kan donduran vahşetten bile mizah çıkarmak, yaşananlara karşı alaycı bir sitem olarak görülmeli!
Başçarşı'da ünlü sebilin önünde: İbrahim Halil Çelik, D. Mehmet Doğan, Hayrettin Çakmak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.