Günü anlamak için dünü bilmek gerekiyor
İbrahim Kalın’ın son eseri Ben, Öteki ve Ötesi (İnsan Yayınları) üzerinden dün ile bugünü birlikte okumaya devam edelim. Geçmişi günümüze getirmek de diyebiliriz.
Adaletsizlik, tahakküm ve sömürüye dayalı mevcut dünya düzeninin evveliyatını, yani kuruluş evrelerini kitap boyunca açık bir biçimde görebiliyoruz. Batı dünyasının askerî ve iktisadî üstünlüğü ele geçirmesiyle birlikte, haksızlık ve mezalimle dolu yeni bir çağ başlamıştır. Asırlar önce kurulmuş bir cümleyi tekrarlamak gerekiyor: “Avrupa’nın maddî üstünlüğü, onun iyi ve doğru olduğu anlamına gelmez.” (Sayfa 295) İbrahim Kalın, bu konu üstünde ilerlerken, en gerçekçi İslâmcılık tariflerinden birini de yapıyor: “İslâmcıların temel hedefi, Avrupa sömürgeciliğine karşı mücadele vermek ve Müslüman ülkelerin bağımsızlığına kavuşmasını sağlamaktı. Bunun için Müslüman halkların birlikte hareket etmesi zaruretti.” (304)
İşte bu birlik fikri, batı dünyasını telaşa düşürmeye yetti, yetiyor. İttihad-ı İslâm fikrini dile getirenlerin karşılaştıkları zorlukları ve kara kampanyaları hepimiz biliyoruz. Sultan Abdülhamid Han, konuyla ilgili verilebilecek en tesirli örneklerden biridir, hatta birincisidir. “Onun temel ve acil önceliği, Osmanlı Devleti’nin ve İslâm dünyasının birlik ve beraberliğini sağlamaktır.” (308) Bunun yolu da evvela hilafet makamını ihya etmekten, etkili hale getirmekten geçiyordu. Sultan Abdülhamid Han, sadece hilafeti aktif kullanmakla kalmamış, millî ve müstakil politikalar da izlemiştir. Anadolu’nun tahkim edilmesine ayrıca önem vermiştir. Devamını kitaptan okuyalım: “Avrupa devletleri bunun önüne geçmek için siyasî, ilmî, medyatik ve toplumsal bir dizi projeyi hayata geçirir.” (306) Osmanlı padişahı, o andan itibaren despot, kızıl sultan, özgürlük düşmanı vesaire olur. Günümüzde yaşananlara bakarsak, bütün bunlar ne kadar tanıdık geliyor.
Bu bölümü bitirmeden önce, bir hakikatin de altını çizmiş olalım: “Osmanlı, bozgun zamanında bile Avrupalıların ilgi odağı olmaya devam etmiştir.” (219) Aklımıza ister istemez şu soru geliyor: Neden acaba?
Şunu da söylemek isteriz: Modern zamanlarda, sömürgecilik daha çok şirketler (ileri karakollar) üzerinden yapılmaktadır. İbrahim Kalın, eserinde bu konuyu da ihmal etmemiştir. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, başlangıç olarak ibretlik bir örnektir. “Dünyaya Avrupa merkezci, ırkçı ve emperyalist zaviyeden bakanlar, bu tahakküm ve sömürge ilişkisini kurarken insanlık tarihinin en büyük suçlarını da işlediler.” (454)
UZUN VE ACILI TARİH
Batı dünyasının sabıka kaydı, saklanamayacak kadar uzun ve kabarıktır. Fakat kendini sürekli aklamakta, ‘öteki’ni ise karalamaktadır.
Dokuz asır öncesinden örneklerle beraber günümüze gelelim: “Haçlıların eline geçen Kudüs, uzun tarihinin en dramatik ve acılı anlarından birini yaşadı. (1099) Haçlılar hiçbir ayrım yapmadan şehirde büyük bir katliam yaptılar.” (92)
Bir asır sonra: “Salâheddîn bir anlaşmayla esirlerin mübadelesini temin etmek ister. Bunun için kendi elindeki esirleri bırakır. Bütün asillerin serbest bırakılmadığı bahanesini ileri süren Richard, Akka’da bulunan iki bin yedi yüz Müslüman esirin eş ve çocuklarıyla birlikte kılıçtan geçirilmesini emreder. (1191) Bu korkunç katliamdan geriye bir ceset yığını kalır.” (98) Batı dünyası, Richard’a “Arslan Yürekli” demektedir.
Bu acımasızlık karşısında Müslümanların duruşu ve durumu nedir, çoğunlukla nasıl olmuştur? “Müslüman hukukçular, savaş meydanında ve barış ortamında Hristiyanlara ve dolayısıyla Avrupalı Haçlılara karşı adaletli davranılmasını salık vermiş, aşırılıklara kaçılmasını yasaklamıştır. Müslüman liderler ve komutanlar genellikle bu ilkeye riayet etmişlerdir.” (125)
Yıl 1462. “Yolda Fatih ve askerleri dehşet verici bir manzarayla karşılaşır. Üç kilometre uzunluğunda ve bir kilometre genişliğinde bir alanda esir edilmiş yaklaşık yirmi bin Türk ve Müslüman, kazıklara geçirilmiştir. Bir kaynağa göre, annelerine bağlanıp kazıklara oturtulmuş küçük çocuklar da vardı. Bu dehşetengiz manzara, savaşlarda pek çok ölüm görmüş olan Osmanlı askerlerini bile derinden sarsmıştı.” (213) Sonuç? “Vlad Dracula, Romanya’da ve Avrupa’da Hristiyanlık’ın yavuz kumandanlarından biri olarak efsaneleştirilmek istendi.”
Yıl 1799. “Napolyon, Mısır’dan ayrılmadan önce Suriye ve Filistin topraklarına bir sefere çıkar. İki gün süren yoğun çatışmalar neticesinde Napolyon, Hayfa’yı ele geçirir. Burada, savaş esiri olan dört binden fazla Osmanlı askeri öldürülür. Kaynakların verdiği bilgiye göre, barut ve mermi harcamak istemeyen Napolyon, Osmanlı askerlerinin deniz kıyısına götürülerek tüfeklerin ucundaki süngülerle öldürülmesini emreder. Napolyon’un kendi sekreteri Bourrienne, ‘bu sahne her aklıma geldiğinde titriyorum’ diyerek dile getirir bu olayı.” (300) Garip ama gerçek. İmaj çalışması dedikleri bu olsa gerek. Bugün biz Müslümanlar dahi Napolyon’un askerî dehasını konuşuyor, ondan övgüyle söz ediyoruz.
Batı dünyasının günümüz İslâm coğrafyasında sergilediği acımasızlığı ve öfkeyi, aktarmak zorunda kaldığımız olaylardan ve tarihsel süreçten bağımsız okuyamayız. Hatırlarsanız, Amerikan Başkanı Bush, “Haçlı seferi” ifadesini kullanmaktan çekinmemişti.
DÜN, BUGÜN VE YARIN
Eserin öne çıkan özelliklerinden biri de Batı dünyasının bilinç altını ve tahammül sınırını aşan çifte standartlarını gözler önüne sermesidir. “Kendini evrenin merkezinde gören bir topluluk, herhalde başkalarını ‘barbar, parya’ olarak görmekten çekinmeyecektir.” Bu marazi yol, yolcusunu nereye götürür? Cevabımız kitaptan olsun: “Kendi dışındaki varlıklara bir efendi - köle hiyerarşisi dayatmaya çalışan siyasî ve ekonomik projelerin serencamını biliyoruz.” (454) “Her şeyi metalaştırmak ve sömürmek için yola çıkan bir toplum ve medeniyet, aslında daha en baştan kendi sonunu hazırlamaktadır.” (461)
Batı dünyasının demokrasi, insan hakları ve terör gibi konularda nasıl bir çifte standart uyguladığı aklı başındaki herkesin malumudur. Vatan savunması yahut tam bağımsızlık mücadelesi bile ‘terör’ kapsamına girebiliyor artık. (Bu bahsi de ilk fırsatta yazalım inşallah.)
İslâm - Batı ilişkilerinin dünü bellidir, bugünü ortadadır. Yarını, yani ötesi nasıl olacaktır, olmalıdır? Bazen görünen köy de kılavuz ister.
İbrahim Kalın’ın genel manâda ilk işareti veya teklifi budur: “Hak, adalet ve eşit temsile dayalı bir dünya tasuvvuru olmadan adil ve sürdürülebilir bir küresel düzen kurmak mümkün değildir.” (454) Bu konu Akıl ve Erdem kitabında da işlenir. (Küre Yayınları) Adil ve kalıcı bir barış için mevcut dengeler üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiği söylenir. (229) Ayrıca biz Müslümanlara düşen vazifeler de vardır. Kardeşliğimizi yeniden ayağa kaldırmalı ve daha kuvvetli olmaya çalışmalıyız. Özgüvenimizi tekrar kazanmak için kendi toprağımıza, tarihimize, hafızamıza, toplumsal irfanımıza ve değerlerimize dayanarak bir tefekkür ameliyesine girişmemiz gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.