D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

"Görüntü bombardımanı altında yaşamaya ve düşünmeye çalışıyoruz."

"Görüntü bombardımanı altında yaşamaya ve düşünmeye çalışıyoruz."

Hayal gölgesi göstermek için perde kurduk, ışık yaktık! Gerçeği sezebilenler anlar bu “gölge”yi, oyunu, filmi... başkası bilemez...

Bir sineme salonundayız ve film başlamadan perdede böyle bir ibare geçiyor:

Perde kurdum, şem’a yaktım göstersem zıllı hayal

Ehl-i hâl olanlar anlar bu zıllı, gayriye bilmek muhal!

Bu bizim gölge oyunumuz Karagöz’ün başlangıcında “hayalî”nin, yani oyunu tasarlayan, seslendiren, sunan ve yöneten kişinin perdeyi açış sözüdür...

Hem sahnelenen eserle, hem de aynı oyundaki gibi bir sahne olan dünya ile ilgili hikmetli bir sözdür...

“Dünya sinemasından ibret almak için uyarılmak gerekir mi?”, diyeceksiniz, elbette gerekir. İnsan bu dünyadaki varlığı üzerinde düşünmeye vakit bulamıyor. Meşgul edici o kadar çok şey var ki. Varlığını, varlığının anlamını düşünmeye vakit ve fırsatı olmuyor.

Bursa’da Karagöz’ün mezar taşında Kemterî, yani “değersiz” mahlaslı şairin şu şiiri varmış. Bu şiirin Karagöz oyununda kullanılan perde gazellerinen biri olduğunu da hatırlatalım.

Nakş-ı sun’un remz eder hüsnünde rü'yet perdesi

Hâce-yi hükm-i ezeldendir hakikat perdesi

Güzelliğinde eserin tasvirini sembolleştirir görüntü perdesi

Ezel hükmünün efendisidir hakikat perdesi

 

Sîreti sûrette mümkündür temaşa eylemek

Hail olmaz ayn-ı irfana basiret perdesi

Sireti sûrette, yani olup biteni tasvirde, resimde seyretmek mümkündür

İrfan gözüne basiret perdesi engel olmaz.

 

Her neye im'an ile baksan olur iş âşikâr

Kılmış istilâ cihanı hâb-ı gaflet perdesi

Her neye dikkatle baksan iş açığa çıkar

Cihanı gaflet uykusunun perdesi kaplamış

 

Bu hayal-i âlemi gözden geçirmektir hüner

Nice kaare gözleri mahvetti sûret perdesi

Bu âlemin hayalini gözden geçirmektir hüner

Nice kara gözleri mahvetti görünüş perdesi

 

Şem'i aşka yandırıp tasvir-i cismindir geçen

Âdem'i âmedşud etmekle azimet perdesi

Aşk ışığına yandırıp cisminin tasviridir geçen

Âdemi, insanı getirip götürmekte gidiş perdesi

 

Kangı zıllâ iltica etsen fena bulmaz ecep

Oynatan üstadı/sultanı gör kurmuş muhabbet perdesi

Hangi gölgeye sığınsan yok olmaz acaba?

Oynatan sultanı gör kurmuş muhabbet perdesi

 

Dergeh-i Al-i Âba'da müstakim ol Kemterî

Gösterir vahdet elin kalktıkta kesret perdesi

Ey Kemteri, ey noksan kişi, Peygamberin abasının altında bulunmakta kararlı ol

Çokluk perdesi kalkınca vahdet elini gösterir.

 

İstanbul Edebiyat Mevsimlerinden dokuzuncususundayız. 1999’da ilkini heyecanla karşılamıştık. İnşaallah önümüzdeki yıl onuncusu da aynı şevk heyecanla yapılır. Kültürel alanda gelenek oluşturmak çok zor ve aynı ölçüde önemli. İstanbul Edebiyat Mevsimi gerçek anlamda gelenekleşmiş bir faaliyet, bu da değerini artırıyor.  

Bu sene “Sinema ve edebiyat” başlığı seçilmiş.

Bir tesadüf mü, ilk konulu Türk filmlerinin çekilişinin yüzüncü yılı olması?

Başka bir tesadüf de, bu ilk filmlerin edebî eserlerden, tiyatro metinlerinden sinemaya aktarılması...Sedat Simavi’nin çektiği ilk konulu filmimiz Pençe, Mehmet Rauf’un piyesinden uyarlanmış. Casus’un da yine bir oyundan aktarıldığı sanılıyor.

Edebiyatınız yoksa, sinemanım olmaz, desek yeri var! İşin esası hikâye, metin.

Önemli sinema araştırmacılarımızdan, yazarlarımızdan Nijat Özön’ün tesbitine göre, 1917-1976 arasında çekilen 200 filmin 133’ü roman, 11’i hikâye, 43’üsahne eseri, 7’si çizgi roman, 1’i şiir, 1’i ropörtaj, 1’i menkıbe, 1’i de basılı senaryodan beyazperdeye aktarılmış.

Bu tasnifte halk hafızasında yüzyıllarca yer edinen efsane, masal, destan ve hikâyaler sözkonusu edilmemiş: Köroğlu, Battalgazi, Keloğlan, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun.

En az birer düzine Köroğlu, Battalgazi ve Keloğlan filmi var. Diğerleri de birden fazla beyaz perdeye aktarılmış olmalı.

Birçok romancımızın, hikâyecimizin eserleri sinema eserine dönüştürülmüş.

Eserleri en çok sinemaya aktarılan romancılar: Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt ve Muazzet Tahsin Berkant olarak görülüyor. Sinemacılarımız bu romancıları dişlerine göre bulmuşlar anlaşılan. Edebiyat tarihimizin önemli isimleri, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi ünlü edebiyatçılarımızdan da bir hayli eser sinemaya aktarıldı.

Sinema ile ilgilenen yazarlarımız da az değil: Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Necip Fazıl, Orhan Kemal, Tarık Dursun, Atilla İlhan, Selim İleri, Mustafa Kutlu...Kemal Tahir’in sinema ilgisi verimli sonuçlar doğurdu. Sinemamız üzerinde düşünmeye başladık.

Sinema dergilerimizin listesi bayağı uzun. 1914’te Ferah’la başlıyor.

Kimler sinema yazısı yazmadı ki? Atilla İlhan, Semih Tuğrul, Metin Erksan, Halit Refiğ, Tarık Dursun K, Giovanni Scognamillo, Atilla Dorsay, Burçak Evren, Yücel Çakmaklı, Yavuz Turgul, Ayşe Şasa, İhsan Kabil...

İlk telif sinema kitabı Muzaffer Gökmen’in (Senaryo Tekniği, 1955) İkincisi Nejat Özön’e ait, (Sinema Sanatı 1956).

Sinema edebiyatsız olmaz, edebiyat sinemasız. Edebiyatın, bilhassa roman ve hikâyenin sinemadan sonra anlatım tarzı itibarıyla ciddi değişiklikler geçirdiği bir hakikat. Sinema dili, edebiyatı etkiledi. Özgün bir edebiyatımız varsa, özgün bir sinema dilimiz de olmalı. Bu yolda emek sarfedenlere teşekkür borçluyuz.

Edebiyat zor ve zahmetli bir iş, yazarlar için meşakkatini kastetmiyoruz, okuyucu için zahmetli asıl. Önce okur yazar olacaksın ve elbette belli bir kültür seviyesinde bulunacaksın. Okuyuculuk eğitim gerektiriyor, seyircilik gerektirmiyor! Herkes seyirci olabilir! Ahmet Hâşim, 1920’li yıllarda “sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde bir deste devedikeni gibi sert duran acıtıcı mantığın yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kaabiliyetini ikame etmesidir” diyor. Bu uzun cümle “ne fazilet ama!” dedirtiyor elbette. Hâşim’in sessiz sinema için fikir yürüttüğünü, bazı sinema eserlerinin seyirciye kök söktürecek kapalılıkta olduğunu da hatırlamalıyız elbette.

Sinema kelimesi dilimizde yeni fiiler ekledi. Bunlardan biri sinemalanmak veya sinemalaşmak. Sinema hâline gelmek, sinema dili ile ifade edilmek, filmleşmek. “Uçuşan kartallara bakarken Hamid'in bir beytini, vezinli bir hatırlayış gibi değil, sinemalanmış bir tablo gibi görüyorum” diyor İsmail Habip Sevük. Tabii sinemalaştırmak fiili de var. O da, “sinema hâline getirmek, sinema dili ile ifade etmek, filmleştirmek” demek oluyor.  

Sinema, gölge âlemde, teknolojisi gelişmiş yüksek maliyetli bir gölge oyunu! Hayalilerin mesleğini günümüzde sinemacılar sürdürüyor. Hayâl perdesi, sinema perdesine dönüşüyor.

Söz gücünü yitiriyor, görüntü, “sûret” her şeye hâkim oluyor. Dört bir yanımız görüntü. Görüntü bombardımanı altında yaşamaya ve düşünmeye çalışıyoruz. Geçenlerde bir film seyrederken bir süre görüntüsüz bir bölüm geçti. Muhtemelen teknik bir hatadan kaynaklanan bu görüntüsüz ve sessiz bir dakikanın ne kadar değerli olduğunu düşünmeden edemedim! Zihnim hürriyetine kavuştu âdeta. Tahayyülü kalıba sokan görüntülerden kurtulmanın ferahlığını ifade edemem!

Her ne kadar sürçilisan ettik ise affola!

8485.jpg

(D. Mehmet Doğan’ın 9. İstanbul Edebiyat Mevsimi’ni açış konuşması)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi