Cehalete Kurban Edilen Bir Kavram: Biat 2
Geçen yazımızda bir ayet yazmış, yorumunda şunları söylemiştik:
"Dine ve akla uygun hiçbir konuda Allah'ın Resulüne karşı gelmeme" hükmü ise Kur'an'ın sık sık müminlerin dikkatini çektiği bir husustur. Tekrar ediyoruz, Allah Resulünün ma'rûf (dine ve akla uygun) olmayan bir talepte bulunması zaten düşünülemez. Fakat ona karşı gelmeme buyruğuna böyle bir kayıt konması, yaratanın iradesine aykırı hususlarda hiçbir yaratılmışa itaat edilmiyeceğine özel bir vurgu yapma amacıyla izah edilebilir.
Bir başka deyişle bu kayıt, peygamberin dahi Allah'ın iradesine aykırı bir otoriteye sahip olamayacağının teorik bir ifadesi sayılır.
Hatta bunun dahası da var.”
İşte o dahası:
Dahası, “biat tamamlanınca Hz. Peygamber'in onlar İçin Allah'tan bağışlama dilemesinin istenmesi” de peygamberin konumunu doğru anlamayı kolaylaştıracak bir açıklamadır. Buna göre -bazı dinlerde olduğu gibi- rühânî sınıfın kendilerine Allah adına bağışlama yetkisi biçmeleri şöyle dursun, Allah Teâlâ'nın vahye muhatap kıldığını ve dini açıklamakla yetkili kıldığını haber verdiği Peygamber bile böyle bir yetki ile donatılmamıştır. Bu ancak, peygamberlerin ve dilediği kullarının yine Allah'ın izniyle şefaatçi olabilecekleri noktasına ulaşmaya imkân veren bir ifadedir, ki Kur'an'm diğer beyanları da bunu teyit edici niteliktedir.(Bkz. DİB Tefsiri, Kur’an Yolu: V/249-252.)
Aynı zamanda âyetin bu kısmı, peygamber dışında kendilerine bağlılık sözü verilecek veya âmir konumundaki kişilere itaatin sınırını belirleme açısından da önemli bir ölçü getirmiş olmaktadır:
Emredilen konumundakiler, ma'rûf olan buyruk ve isteklerde -kişisel tercihleri farklı olsa da- karşı gelmeyecekler, isyan etmeyecekler; ma'rûf olmayanlarda ise -kendilerine hoş görünse bile- itaat etmeyecekler.
Tabiî ki burada kişinin kendisine bir katkı sağlamayan ve kendisinin de bir katkıda bulunmadığı bir ölçme-tartma ameliyesinden söz edilmediği için, ma'rûf denen ölçü de bize verilmiş hazır bir ölçme âleti olarak düşünülmemelidir. Aksine, Kur'an'da farklı bağlamlarda otuz dokuz defa (bir yerde "ma'rûfetün" şeklinde) geçen bu kavramın dinin ilkelerini iyi kavramış ve aklını sağlıklı biçimde kullanabilen bireylere ve onların oluşturduğu topluma yapılmış bir göndermede bulunduğu dikkate alınırsa, bunun içeriğini doldurmada müslümanlara önemli görevler düştüğü kolayca anlaşılır. Bu, Kur'an'ın aklın ve vahyin ışığında gelişen bireysel bilince ve toplumsal sağduyuya ne kadar değer verdiğinin de açık bir göstergesidir.(A.y.)
Siz bu seviyenin neresindesiniz ey daha “biat” kavramını dahi anlamamış kendi dinine ve halkına ecnebiler?
* * *
Öyleyse “biat” hakkında bilginin doğrusunu söyleyelim:
"Biat etme" ve "biatı kabul etme" fiilleri, "satma ve satın alma" mânalarına gelen "bey’i” mastarından türetilmiş olup aynı kökten gelen "bey'at" (biat) kelimesi, "satım sözleşmesinin tamamlandığını gösteren el sıkışma hareketi, itaat hususunda söz verme ve söz alma, bir kimsenin yöneticiliğini kabul etme" gibi anlamlara gelir.
Fetih 48/10 ve 18. âyetlerde Resûlullah'a "bağlılık yemini etme" anlamıyla kullanılan bu fiilin burada Hz. Peygamber'e “dinin temel buyruk ve yasaklarına uyma hususunda söz vermeyi” ifade ettiği görülmektedir. Bu vatandaşların yönetime katılımını ve bu konuda kendilerine düşen hak ve vazifeleri aktif olarak yapacaklarının sözünü bildiren bir “sözleşmeye katılım”dır.
Resûl-i Ekrem, tebliğ görevinin dönüm noktası sayılan bazı zamanlarda ve gerekli durumlarda gerek kadınlardan gerekse erkeklerden biat almıştır. Onun peygamberliğin 12 ve 13. Yıllarında, hicretten sonra “Medine” adını alacak olan “Yesrib”ten gelen müslümanlarla yaptığı biatler, "Akabe Biatları" diye anılır.
* * *
Bu ülkede yaşayıp da biat kelimesine “körü körüne itaat” anlamını veren cahilleri neden kınıyorum? Çünkü, Müslüman bir ülkede bunları bilmemenin mazereti olmadığı kadar, Batıcılar bu tür İslamî kavramları biraz da bilerek saptırıyor veya sulandırmaya çalışıyorlar. Bu da kalplerindeki “maraz” yüzünden olduğu açıktır.
İşte ben de bu yüzden kınıyorum onları.