Baba Çok Ağlamış
ÜNİVERSİTEDE okuyan akıllı uslu oğlu babasına “Babacığım benim için çok fedakârlıklar yaptın, çok sıkıntılar çektin; ben de çok çalışacağım, inşaallah günün birinde ülkeye başbakan olacağım, sana ve anneme ikballi günler yaşatacağım, ümitlerini boşa çıkartmayacağım” demiş.
Çocuğunun üzerine titreyen, onun yükselmesi için çalışıp çabalayan baba bu sözler üzerine çok duygulanmış, iki rekat şükür namazı kılmak için seccadesini sermiş, Allaha hamd ü sena etmiş, namazdan sonra kendisini bir ağlama tutmuş, Ama nasıl ağlama, sarsıla sarsıla hıçkırıklar içinde seller gibi gözyaşı döküyormuş. Bu arada bazı sözler ediyormuş ama ne olduğu anlaşılmıyormuş.
Bir müddet sonra ağlaması hafiflemiş, ne dediği anlaşılmaya başlamış. Titrek bir sesle ah oğlum beni yıktın, senden bunu beklemezdim diyormuş.
Oğlu “Muhterem babacığım ne yaptım da böyle diyorsun?” sorusunu yöneltince.
-Yavrum, ileride başbakan olacağım sözüne çok kırıldım demiş. Senden beklenen, cumhurbaşkanı olacağım vaadi idi cevabını vermiş.
***
İsrail’in, ABD’nin, AB’nin, Rusyanın, Siyonistlerin Evangelistlerin emperyalistlerin arzuladığı Kürdistan kurulursa Türkiye parçalanacak, başta Türk ve Kürt nüfusu olmak üzere halkımız büyük acılar çekecektir. Türkiye parçalanmamak, varlığını ayakta tutmak için Afrin hareketini yapıyor. Bu hareket tamamen meşrudur, etiktir, haklıdır
***
Cuma akşamı gece saat on sıralarında bendenizi dostlarım Karaköydeki Güllüoğlu baklavacısına götürdüler. Büyük bir dükkan, içerideki masalar lebaleb dolu, kaldırıma masa koymuşlar, onların da bir kısmı dolu. tatlıcının civarı lüks otomobil kaynıyor. Bütçesi müsait olan mutlu azınlık akın akın geliyor tatlı yiyor. Bu saatte hiçbir kültür, sanat, ilim, irfan faaliyetinde böyle kalabalık, böyle neş’e görülmez.
***
Nasılsın diye sordular. Gemi batmazsa iyiyim dedim. Bu memleket dualıdır, inşaallah batmaz gemi cevabını verdiler. dedim ki:
Bu şehir, bu ülke elbette dualıdır ama Kur’ana, Sünnete, Şeriata ahlaka bilgeliğe aykırı azgınlıklar arttıkça duaların sınırları daralıyor. Duaların bizi gölgelemesi için kendimizi ıslah ve mârufla emr, münkerden nehy etmemiz gerekir.
***
Geminin birinci mevkiinde, lüks kamaralarda seyahat ediyorlardı. Yemekler nefisti, yataklar saray yatağı gibiydi. Bir elleri yağda bir elleri baldaydı. Kendilerine çok güveniyorlardı. Çok mutluydular. Gemiye bir şey olursa, o lüks mevkileriyle birlikte denizin dibini boylayacaklarını, köpek balıklarına ve canavarlara yem olacaklarını hiç düşünmüyorlardı.
***
Onların Müslümanlara yaptığı zulümleri, 1919 ile 1922 yılları arasında İstanbulu işgal eden İngiliz, Fransız, İtalyan keferesi bile yapmamıştır.
***
Bir yaygaracıya: Eskiden sık sık ah Ayasofya, vah Ayasofya, fethin timsali Ayasofya, Ayasofya canımız, Fatih’in Ayasofya vakfiyesindeki lanetli şartlar ve tehditler edebiyatı yapardın. Şu sıralarda bu konuda hiç sesin soluğun çıkmıyor. Ey çatlak sesli bülbül-i şeyda niçin hâmuşsun, söyle bana sana neler oldu?
***
Türkiyeyi onlar da elbette seviyor. Lakin nasıl seviyor? Bir mandıra sahibinin mandırasını, sütlü ineklerini sevmesi gibi seviyor.
***
Ressammış, müzisyenmiş, kültürlüymüş… Onların sanatkarlığına kültürüne bir şey diyen yok ama İslama ve Müslümanlara kuduz gibi saldırmasınlar, hakaret etmesinler, iç barışı ve sosyal uzlaşıyı berhava etmesinler. Böyle yaparlarsa sanatlarıyla ve kültürleriyle birlikte kahr olsunlar.
***
Bendeniz Hindistan’da Mecusilerin kutsal şehri Benares’te yaşasam, onların kaldırımlarda yatıp geviş getiren kutsal ineklerine kışt bile demem. Aksine, o inekleri sever okşarım, bazen bir tutam ot veririm. Böylece puta tapanlar bile, fakir için bu ne iyi Müslüman derler.
***
Ortadoğu barut fıçısı gibi, berhava etmek için bir kıvılcım yeterlidir.
***
1939’da, Almanya’nın Polonyaya saldırmasından on gün önce Varşovalı bir aile pazar günü pikniğe çıkmış, kırsal kesimde çeşmeye yakın bir elma ağacının gölgesinde bütün gün yiyip içmişler, çocuklar alabildiğine oynamış, büyükler hayli çalçene etmişler, akşam evlerine mutlu olarak dönmüşlerdi. On gün sonra Almanlar saldırmış, Polonyayı kan ve ateş içinde bırakmış, o mutlu günler geride kalmıştı. Ey mutlular, kutlular ve putlular, ne oldum demeyin, ne olacağız deyin!..