Tepki Olmalı 1
Bilinçli bir müslüman içinde yaşadığı topluma karşı sorumludur. Kendisi ne kadar İslam’ı yaşayarak bireysel hayatına bir güzellik ve mutluluk kazandırıyorsa, başkaları da onun bu güzelliklerinden belli bir ölçüde faydalanarak müslümanlığı artacak, dolayısıyla mutluluğu katlanacaktır.
Kendisinin yanlışları, kendisi gibi başkalarını da olumsuz etkileyecek, onları üzecek, kıracak, belki de İslam’ı yaşama imkanlarını kısıtlayacak, giderek kaldıracaktır. Başkalarının hataları, günahları da aynen öyle, onlar gibi, kendisini de, toplumunu da olumsuz etkileyecektir.
Bireyler birbirine, "bir binanın tuğlaları gibi" bağlanmıştır İslam’da. Özel hayat korunmuştur kuşkusuz, ne var ki, özel olumsuzlukların gün gelip toplumu etkilemesi de imkan harici değildir.
Bu sebepten ötürü müslüman duyarlıdır. Bir iyilik gördü mü onu takdir eder. Bazen yüzüne karşı, ama çoğu kez gıyabında över o güzelliklerin sahibini, onu örnek göstererek başkalarını da teşvik eder. Böylece artar iyilikler güzellikler.
Kuşkusuz bunlar bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi "sirayet" gücüne sahiptirler. Evet, huylar mikroplar gibidirler; iyi olsun kötü olsun, başkalarına da bulaştırırlar. Müslümanlar bir kötülük, çirkinlik, yaramazlık gördüklerinde de hassastırlar; uyarırlar kardeşlerini o kötülük açıktan yapılmışsa.
Çünkü, yalnız yapanda kalmayacak, sirayet edecektir topluma. Onu öyle terk etmek, duyarsız, tepkisiz kalmak, müslümana haram kılınmıştır. Özel ıstılahıyla "emr-i bilmaruf nehy-i anil münker" yapabilene farz kılınmıştır.
Bu sorumluluğun terki fitnelere, fesatlara, felaketlere sebep olur. Çünkü işlenen her bir haram, şüphesiz bir cana, mala, şerefe, namusa, akla, nesle veya dine zarar getirecektir. Kırgınlıklara, dargınlıklara, düşmanlıklara sebep olacaktır. Bu yüzdendir fitnelere, fesatlıklara ve felaketlere sebep oluşları.
O zaman Müslüman ile Mabudunun arası da açılacaktır. Allah, günahı açıktan işleyen insanları da, onlara tepkisiz kalanları da beraber cezalandıracaktır. Kabul etmeyecektir kulluklarını, yakarışlarını. Belki giderek tepkisiz kalanların kalpleri de suçlularınkine benzeyecektir. Kalpten kalbe suç yansıyacaktır. Nur yerine, karanlık yansıyacaktır kalplerden kalplere, anlatılan "sirayet"ten ötürü. Kalpler bozulacaktır, duayı, yalvarışı, yakarışı unutacaklardır.
Belki o zaman yapılan tepkinin de, yani geç kalınmış tepkinin de bir faydası olmayacak ve azap toptan gelecektir. Kurunun yanında yaş da yanacaktır. Yaşın suçu, tepkisiz kalmak, yılanın başım küçükken ezmemektir.
Zamanında bir kişiye tepki duymayanlar, ilk çıktığındaki ilk kişiyi etkisizleştiremeyenler, "sirayet" sonucu, "koca bir toplumla başa çıkamama" mazeretini dinletemeyeceklerdir herhalde. Zamanında gerekeni yardımlaşarak yapsalardı, elbette bu acı sonuçla karşılaşmayacaklardı. Doğrusu bu mazeret, mazur göstermez kimseyi.
Efendimiz (sav) bu durumu bir gemi örneğiyle açıklar. Bir gemi denizde yol almaktadır. Alt katta da, üst katta da insanlar vardır. Alttakiler, sularını üstten almaktadırlar. Bir gün derler ki kendi kendilerine "yahu biz niye kendi yerimizden bir delik açıp da suyu buradan almayalım?" Başlarlar geminin dibini delmeye...
Eğer buna seyirci kalırlarsa, "nemize lazım kendi yerlerinden deliyorlar" derlerse, üsttekiler de batar gemi battığında. Böyle bir felakette en kötü durumda olanlar, olayları takip etmeyen habersizler, gafletle uyuyanlar olacaktır herhalde. Çünkü tedbirsiz yakalanacak, gafil avlanacaklardır.
Evet, "bu gemide ben de varım" diyen herkes, zamanında gereken müdahaleyi yapmak zorundadır. Bu hem kendini, hem de herkesi kurtarır.
Ancak bir şeye dikkat etmek de lazımdır: Onlara müdahale edeyim derken, usulsüz, ölçüsüz aşın hareketlerle gemiyi alabora etmemek. Önemli olan gemiyi batırmamaktır.
Öyleyse tepkimiz de ölçülü ve usulüne uygun olmalıdır.