Kemal Tahir, Nureddin Topçu ve Osman Turan’ı okudu mu?
Açılış konferansını Türkiye’de Kemal Tahir denilince ilk akla gelen isimlerden Kurtuluş Kayalı verdi. Derli toplu ve kapsamlı bir Kemal Tahir portresi çizdi Kurtuluş Kayalı. Ardından bizim başkanlık yaptığımız “Kemal Tahir’in Hayatı Kişiliği ve Etkileri” başlıklı açılış oturumu vardı. Bu oturumda Kemal Tahir’in notlarını vefatından sonra 15 cilt halinde yayınlayan, Cengiz Yazoğlu “Kemal Tahir’in Dünya Görüşü” başlıklı bildirisini okudu. Cengiz Yazoğlu, yazarın 1950’lerden beri dostu, halen Kemal Tahir Vakfı başkanı. Şahsî tanışıklığı yanında eserlerine de nüfuz ederek yazarın dünya görüşünü ortaya koydu. İkinci konuşmacı Ezel Erverdi idi. Ezel Erverdi, Nureddin Topçu’nun Hareket dergisinin son dönem (1966-1974) naşiri. Derginin yayını sırasında Kemal Tahir’le tanışan, zaman zaman görüşen, böylece zıt görünen kutuplar arasında pek alışılmadık bir ilişki geliştiren Ezel Erverdi fazla bilinmeyen hususlara temas etti.
İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü İsmail Coşkun “1960’lı yıllarda Türk Toplum Tarihi tartışmaları ve Kemal Tahir” üzerine konuştu. Oturumun son konuşmacısı bir sinemacı idi: Ercan Kesal. O da “Benim Kemal Tahir’im ve Sinemada Devlet Ana” başlıklı bir konuşma yaptı.
Başlıktaki soruyu sormamızın sebebi, Topçu’nun Anadolu merkezli tarih anlayışı, Osmanlı Devleti ile ilgili ortaya koyduğu görüşler ve Osman Turan’ın Osmanlı Devletini oluşturun tarih derinliğini araştırarak kaleme aldığı Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi kitabı. Bu kitap 1969’da yayınlanmıştı. Topçu’nun devlet görüşleri Yarınki Türkiye (1960) başta olmak üzere, Ahlâk Nizamı (1961), Büyük Fetih (1962) gibi eserlerinde dile getirilmiştir. Bu kitapların ilk basılış tarihleri de 1960’ların başlarıdır. Devlet Ana 1967’de yayınlandı. Nureddin Topçu’yu, Osman Turan’ı ve Kemal Tahir’i okuyanların her üç yazarın kendi müktesabatlarına göre Anadolu merkezli tarih tezi, Osmanlı Devleti ve bu devletin varlık zemini üzerinde hayli müşterek kanaatlere vardıklarını fark etmemeleri mümkün değildir.
Nureddin Topçu 1909 doğumlu, Kemal Tahir 1910 ve Osman Turan 1914... Aynı ülkede, aynı şehirde (Osman Turan’ın öğretim üyeliğinin ilk zamanları ve siyasetle uğraştığı sıralar Ankara’da bulunması dışında) yaşamış akranlar...Bu üç ismin bir araya geldiği, tanıştığı, konuştuğu ve görüştüğüne dair bir bilgimiz yok. Tabiî Nureddin Topçu ile Osman Turan’ın tanıştıklarını, görüştüklerini tahmin edebiliriz. Hatta Nureddin Topçu ile Osman Turan’ın Dergâh kitabevinin açılışında, 1970’lerde birlikte çekilmiş resimleri var. Birbirlerini okumuş olmaları da muhtemeldir. Asıl sorumuz Kemal Tahir’in bu iki önemli şahsiyeti okuyup okumadığı...Maalesef, bu hususta bir bilgiye sahip değiliz, kütüphanesinde bu iki isme ait eserlerin bulunup bulunmadığını da bilmiyoruz.
Dönem aynı, mevzu ortak ve varılan sonuçlarda müştereklik nisbeti yüksek. Kemal Tahir sürekli okuyarak, araştırarak tarih tezini geliştirdi. Düşüncesinde devlet kavramı, Osman Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi’nde ifade edilen görüşlerle ve Nureddin Topçu’nun 1950’lerden itibaren ortaya koyduğu fikirlerle güçlü bir benzerlik taşıyor.
Kemal Tahir, sonuna kadar kendisini Marksist olarak tanımladı. Fakat, fikirlerinde devlet kavramının tuttuğu yer onu Marks’dan çok Hegel’e yaklaştırıyor. “Kerim devlet” kavramının bu yakınlığı pekiştirdiğini söyleyebiliriz.
Felsefeciler Hegel'in düşünce sistemini spekülatif felsefe sahasında son büyük deneme olarak kabul ediyorlar. Fransız ihtilali sonrası dönemde, devrinin ve tarihin anlamını ifade edebilecek büyük bir düşünce yapısı oluşturmak istemiştir Hegel. Aydınlanma ve Fransız ihtilali, mekanik anlayışları ve parçalayıcı tesirleri ile manevî hayatın cevherini yok etmişlerdir. Hegel, böyle bir dönemde, sarsılan din ve geleneği canlandırmak istemiştir.
Kemal Tahir’in dinî bir saikle hareket ettiği söylenemez, ama metod olarak Hegel’le alâkasını kurmak yanlış olmaz. Aslında Hegel metodda Marks’ın da ustasıdır. Hegel diyalektik medoduyla eşyada zıtlıklar ve zıtlıkların aşılması yoluyla gerçekleşen tekâmüle işaret eder. Diyalektik, zıtlar halinde süren ve gayesi bu zıtların birleşmesi olan varlık ve düşüncenin hareketidir. Ruh zıtlıkta kalamaz, yeni bir birleşme arar ve bu birleşmede daha yüksek bir prensibe ulaşır. Fakat her varılan uzlaşmada, yeniden çözülmesi gereken bir red/inkâr gizlidir. Böylece ruhun diyalektik hareketi, kendini mutlak ruhta buluncaya kadar devam eder.
Devlet kendinden makul, aklî bir varlıktır; objektif düzenin çerçevesidir, düşünen, kendini bilen, bildiğini yapan genel iradenin gerçekliğidir. Devletin konusu, fertlerin menfaatlarını temin etmek değildir: O, gayenin kendisidir. Fert gerçekliğini, hürriyetini, objektifliğini yalnız devlette bulabilir. Devlet tek tek iradelerin toplamı değil, ilahî bir iradeyi temsil eden, makul, canlı bütüncü bir yapıdır. Fert, yalnız başına, ihtiyaçlarına bağlıdır; bu, onun subjektif tarafıdır. Devlette esas, ferdî irade ile umumî iradenin birleşmesi şeklindeki birliktir...
Nureddin Topçu, Osmanlı Devleti’ni tanımlarken Hegel’e atıfta bulunur. “Eğer Hegel bir müslüman mütefekkiri olsaydı, kendi devlet nazariyesinin en mükemmel tatbikçisi olarak Fatih’le Yavuz’u bulurdu ve tam mânasıyla ilahî iradeyi, insanoğuna ve bahusus devlet reisine hudutsuz mes’uliyet yükleyen İslâm’ın ruhunu arardı”der.[1]
1970’lerde aramızdan ayrılan bu üç önemli ismin devlet merkezli fikirlerinin müşterekliğini ille de birbirlerini okumalarına bağlamak gerekli olmadığı gibi, doğrudan Hegel’den etkilenmeleri ile de açıklamak şart değildir. Arayışları onları benzer fikirleri farklı şekilde ifade etmeye yöneltmiş olmalıdır.
[1] Nureddin Topçu: Büyük Fetih. İstanbul, 1968 sf. 42
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.