Konuşma ve Yazma Talimatnâmesi
İnsan konuşan, yazan, düşünen, lisan sahibi bir mahlûktur. Aşağıda bu konuyla ilgili bazı temel kurallar, ilkeler ve bilgiler sıralanmıştır.
Madde 1. Her söylediğin veya yazdığın doğru olmalı ama her şeyi söylemek doğru değildir.
Lisan ikiye ayrılır: Birincisi birkaç yüz kelimelik günlük şifahî (sözlü) iletişim, çarşı pazar, yarenlik dilidir. İkincisi, on binlerce kelimeden ve terimden oluşan yazılı zengin edebî lisandır. Bu ikincisine sahip ve hâkim olmadan, kişi kültürlü olamaz ve derin düşünemez.
Yakın tarihimizde lisanımız üzerinde zorlamalar ve baskılar yapılmış, kopukluklar meydana getirilmiş olduğu için düşünce ve kültür hayatımızda vahim bir gerileme olmuştur. Türkiye, edebî Türkçesiz ayakta duramaz. Ne yapıp yapıp, bütün geçerli ve gerekli çare ve çözümleri bulup, bunları hayata uygulayıp lisan edebiyat kültür düşünce zihniyet konusundaki, tarihî ârıza ve kopukluklardan, devamlılık çizgisine ve mecrasına geçmemiz gerekmektedir.
Mantık kültürüne sahip olmayanların doğru ve derin düşünmesine, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmesine imkân yoktur. Mantıksız Müslümanlar İslam’a ve Ümmete hizmet etmek yerine, tam aksine onlara yük olurlar ve zarar verirler.
Şu anda, ideolojik millî eğitim sistemimiz genç nesillere çağ seviyesinde doğru dürüst mantık eğitimi verememekte, mantık kültürü kazandıramamaktadır. Müslüman sivil toplum kuruluşları, gençliğe ve halka mutlaka mantık kültürü kazandırmalıdır.
Kültür ikiye ayrılır: Şifahî bedevî kültür, yazılı medenî kültür. Zamanımızda toplumumuz şifahî bedevî kültürlüdür. Ne yapıp yapıp yazılı medenî kültüre geçmemiz gerekir.
Bir devlet, bir ülke, bir halk sadece teknikle, bayındırlık işleriyle, refahla ayakta duramaz, yükselemez. Eğitimin kaliteli olması ve yeterli sayıda vasıflı vatandaş ve eleman yetiştirilmesi bayındırlıktan, zenginlikten önce gelir.
Bu ülkede kelle sayısı bakımından ezici çoğunluğu oluşturan Müslümanların yeterli kısmının mutlaka ve mutlaka medenî Müslümanlar olması gerekir.
1928’den önce bin yıldan fazla kullandığımız Kur’an yazısıyla yazılıp okunan Osmanlıca Türkçesini bilmeden gerçek okumuş olmak mümkün değildir.
Müslümanların tek bir Ümmet olması, olmazsa olmaz temel şarttır.
Ümmetin başında âlim, ârif, âbid, râşid, muktedir, çok yüksek ahlak ve karaktere sahip, çok faziletli, sayısız meziyetleri olan, Şeyh Şamil’e benzeyen, derin düşünceli, müeyyedminindillah, Resulullahın ruhaniyetinin gölgelediği bir İmam-ı Kebir bulunması ve bütün mü’minlerin bu zata biat ve itaat etmesi gerekir.
Bu zatın, Ümmetin işlerini ehliyetli liyakatli faziletli müsteşar ve müşavirlere danışarak görmesi gerekir.
İslam ve Ümmet adına, temsilci olmayan ve icazeti bulunmayan Müslümanlar bağlayıcı konuşma yapamaz.
Ümmet birliği olmayınca ve İmam-ı Kebir bulunmayınca her kafadan bir ses çıkar, anarşi ve kaos olur.
İcazetli âlimlerdin, fakihlerin, şeyhlerin, mürşidlerin, ziyalı Müslümanların; konuşmadan ve yazmadan önce iyice düşünmeleri gerekir.
Dinî konuları ancak gerçek âlimler, gerçek arifler, gerçek ziyalılar, olumlu ve edebli bir üslupla tartışabilir. Cahiller ve edepsizler tartışamaz.
Cedel ilmini bilmeyenler tartışma yapamaz.
Hiçbir Müslüman, öfkeli iken konuşmamalı ve karar vermemelidir.
Fitne ve fesat çıkartacak konularda, zaruret yoksa konuşulmamalı ve yazılmamalıdır.
Geri zekâlı, basiretsiz, beyni donmuş, aklı durmuş taşlaşmış kimselere laf anlatmak mümkün olmadığından onlarla münakaşa edilmemelidir.
Halka, kamuoyuna, kendisini âlim olarak göstermek, yahu bu ne âlim ve kültürlü adammış dedirtmek için, nefsanî ve şeytanî arzu ve niyetlerle yapılan tartışmalarda hayır yoktur. Böyle yapanların Cehennemlik olduğuna dair Sahih-i Müslim’de hadis bulunmaktadır.
Müslümanlar, muhtelefünfih konularda tartışmamalıdır.
Dinde reform, yenilik, değişim, light ve ılımlı İslam isteyenlerle, mezhepsizlerle tartışılmamalı; onlar toptan reddedilmeli ve dışlanmalıdır.
Fazlurrahmanın Tarihsellik ve Tatiliye mezhebi toptan reddedilmelidir.
Bütün icazetli âlimler, fakihler, şeyhler Fırka-ı Nâciye olan Ehl-i Sünnet ve Cemaati savunmalıdır.
Yaygaracı ve beyinsiz din düşmanlarına fırsat verecek, onların elinde koz olacak sözler söylenmemeli, yazılar yazılmamalıdır.
Fırkacılığa, hizipçiliğe, cemaatçiliğe, tarikatçılığa fırsat verilmemelidir.
Müslümanlar tartışmalarda galiz kelimeler kullanmamalı, hakaret etmemelidir.
Üslup şöyle olmalıdır: Benim muhterem ve sevgili kardeşim, sizin bu görüşünüz, şu saydığım gerekçelerin ışığında hatalıdır… Muhterem hocam (veya şeyhim) istirham ediyorum… Yüksek müsaadelerinizle efendim… Arz etmeme izin veriniz efendim… Estağfirullah efendim… Ellerinizden öperim insaf buyurunuz efendim… Beni bağışlayınız efendim… Bu fakir… Zat-ı aliniz…
Âlimler, şeyhler, ziyalı Müslümanlar edepli ve zarif olmalıdır.
Din sömürüsü yapan, müritlerinden bağlılarından Müslüman halktan kendisi için para toplayan, bu paralarla zengin olan, lüks bir hayat süren kimseler, din hizmetkârı değildir. Onlar İslam ve Ümmet hakkında konuşamaz. Onların peşinden gidenler, onları din büyüğü kabul edenler ahmaktır.
İslam ve Ümmet namına konuşanların, Ahmed Cevdet Paşa seviyesinde olamasalar bile; ilim, irfan, kültür, zengin edebî Türkçe, mantık kültürü sahibi olmaları gerekir.
Anadili Türkçe olan ve İslam/Ümmet adına konuşanların; (Ender sürçmelerin dışında) edebî Türkçe, mantık, üslup, gramer, belagat, fesahat, lügat yanlışı yapmaları asla kabul edilemez.
İnsandaki kuvve-i nâtıka yeteneğinin üç hali vardır: Birincisi ifrattır, aşırı uçlardan biridir. Adam cerbezeli, dilbaz olur, dilinin ve kaleminin kuvvetiyle yalan yanlış konuşur, bâtılı üstün ve haklı göstermeye çalışır. Öteki aşırı uç, humktur, dilini ve kalemini hiç kullanamamak, hakkı savunamamak, dilsiz şeytan gibi suskun kalmaktır. Ortası hikmettir, bilgece konuşmak ve yazmaktır.
Müslüman âlimler, fazıllar, ârifler, ziyalılar, kültürlüler öyle konuşmalar yapmalı, öyle yazılar yazmalıdır ki, onların haklılığını, üstünlüğünü karşıtları bile kabul, teslim, tasdik ve itiraf etmek zorunda kalsınlar.