İnChe
CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce, sosyal medyada, özellikle çuval taşıyan fotoğraflarıyla Arjantin asıllı Kübalı devrimci Ernesto Che Guevara’ya benzetildi.
Muharrem İnce’nin Che’ye benzerliği sadece çuvaldan ibaret değil. Muharrem İnce-Kemal Kılıçdaroğlu ilişkisi, Fidel Castro-Che Guevara ilişkisini de anımsatıyor.
Solun görmezden geldiği ve resmi tarihinde yer vermediği boyutlarıyla bir Che portresi sunmayı okuyucularımıza hizmet babından görev addettik. Buyurunuz…
Ernesto Guevara 1928 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak Arjantin’de doğdu. Astım hastasıydı. Tıp fakültesinde okurken motosikletiyle Latin Amerika’yı gezdi ve kitaplar yazdı. 1958 yılında Guatemala’ya yerleşti. Burada “Che” lakabını aldı ve Marksist oldu. Guatemala’daki ABD yanlısı darbenin ardından Meksika’ya gitti.
Che, Fidel ve Raul Castro kardeşlerle Meksika’da tanıştı. Castro’lar Küba’daki Batista rejimini devirmek için örgütleniyorlardı. 1956 yılında Che’nin de içinde bulunduğu 81 kişi Küba’ya sızdılar. Batista rejimi tehlikeyi fark etti, ağır bir saldırı düzenledi, Che ve birkaç kişi yaralı olarak canlarını zor kurtardılar. Sığındıkları Sierra Maestra’da bir gerilla ordusu örgütlediler. 1959 yılında, Fidel Castro komutasındaki ordu Batista rejimini devirdi. Che, Castro’nun sağ koluydu, en güvendiği arkadaşıydı.
Küba’da artık yeni bir devlet kuruluyordu. Castro, Batista rejiminin izlerinin silinmesi görevini Che’ye vermişti. Che, La Cabana Hapishanesinde yüzlerce eski rejim yanlısını işkenceli sorgudan geçirdi ve infaz etti. Che kan banyosu yaparken, Castro Küba’ya istikamet arıyordu. ABD ile işler iyi gitmeyince Castro Sovyetler Birliği’ne yanaştı ve “sosyalistmiş gibi” görünmeye başladı. İnfaz görevini başarıyla tamamlayan Che’ye de yeni devlette üst düzey vazifeler vermeye başladı: Önce merkez bankasının başına getirdi, sonra sanayi bakanı yaptı.
Castro ile Che arasındaki sorunlar bu zamanlarda başladı. Che çok havalıydı, yakışıklıydı. Dünya Castro’dan ziyade Che’yi tanıyor, her yerden gazeteciler röportaj için Castro’ya değil Che’ye geliyordu. Che portreleri dünyayı sarsıyordu. Küba parasının üzerinde bile Che imzası vardı.
Che devrimciydi. Ele avuca sığmıyor, durmuyor ve susmuyordu. O kadar devrimciydi ki, sanayi bakanlığında yöneticilerin sekreterleriyle ilişkisini bile yasaklamış, bu devrimci duruşuyla herkesi şoke etmişti. Küba üzerindeki Sovyet politikalarına ters hareketler içindeydi. Che Küba için tam anlamıyla arızaya dönüşmüştü.
Castro Che’yi sanayi bakanlığı görevinden aldı, “Che dostum, sen git biraz dünyayı dolaş, görgünü bilgini artır” dedi. Che efsanevi bir devrimci olarak dünyayı dolaşmaya, nutuklar atmaya başladı. New York’ta BM Genel Kurulu’nda bile konuştu. Hem popülaritesi artıyor, hem de Sovyetler aleyhine tehlikeli sözler sarf ediyordu.
İşte tam bu anda Fidel Castro zekice bir hamle yaptı, “Ernesto Che Guevara yoldaş! Gel bakalım buraya!” diyerek Che’yi yanına çağırdı. “Şimdi gidiyorsun, Afrika’da sosyalist devrimler yapıyorsun, hadi bakalım” dedi. Che, yakasındaki Küba rozetini, yeşil beresindeki yıldızı çıkardı, Küba vatandaşlığını masanın üzerine bıraktı, saçını sakalını kesti, sahte bir pasaportla, işadamı kılığında Kongo’ya devrim yapmaya gitti. Ne var ki Kongo’da işler Latin Amerika’daki gibi yürümüyordu. Kongolu gerillalar Tanzanya sınırındaki eğlence merkezlerinden çıkmıyorlardı. Çukur kazmıyorlar, yürümüyorlar, savaşmıyorlardı. Tam bir hayal kırıklığı, tam bir başarısız devrim girişimiydi. Che boynu bükük Prag’a geldi, sessizliğe gömüldü.
Che efsanesi hızla sönüyordu. Castro’ya sürekli “Che nerede” diye soruyorlar, Castro arada bir Che’nin veda mektubunu okuyarak soruları geçiştiriyordu. Dedikodular ayyuka çıkmıştı. Eski sıkı dostlar arasında sorun mu vardı? Neler oluyordu?
1966 yılında Castro Che’yi Küba’ya çağırdı. “Sevgili dostum yoldaş Che! Şimdi sana çok önemli, çok gizli bir görev ile 20 adam veriyorum. Bolivya’ya git, orada devrim yap” dedi.
Che’nin yapacak başka işi yoktu. Çaresiz, acemi adamları aldı, Bolivya’ya sızdı, dağlarda gezmeye başladı. Che’nin gerilla birliğine Ciro Bustos ve sonradan Mitterand’ın danışmanlığını da yapacak Fransız felsefeci Regis Debray de katıldılar. Bu ikisi Bolivya ordusunun eline geçtiler ve öttüler. Hatta Bustos iyi bir ressamdı ve Che dâhil tüm adamların portresini çizip orduya verdi. İkisi de sonradan serbest bırakıldılar ve ikisi de Che’nin birliğine Castro’nun referansıyla katılmışlardı.
8 Ekim 1967’de CIA destekli Bolivya askerleri Che’yi Santa Cruz yakınlarında yaralı ele geçirdiler. Tüfeği çalışmamıştı, tabancasında şarjörü yoktu. Che’yi La Higuera adındaki köye götürüp orada infaz ettiler.
Che’nin ölümü duyulunca Castro Küba’da 3 gün yas ilan etti, anıtlar diktirdi. Yine de Che’den kurtulamadı. Che portreleri, Che kitapları, tişörtler, kupalar, rozetler, bereler Che’yi kapitalizmin tüketim malzemesine dönüştürdü ve şöhretine şöhret kattı. Olsun, yine de Castro’nun tamamen kendisine ve kardeşine ait bir devleti vardı ve halkı hala perişan olsa da Küba’da ölene kadar gül gibi geçinip gitti.
Allah korusun, sonları benzemesin ama “hadi sen git devrimcilik oyna” diyen Castro ile “gel bakalım buraya” diyen Kılıçdaroğlu; Küba vatandaşlığını bırakan Che ile CHP rozetini çıkaran İnce hikayesi birbirine pek benziyor.
İnce’den bir İnChe çıkar mı göreceğiz; ama Kılıçdaroğlu kurnazlığının bir ürünü olarak siyasi mevta çıkacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.