Saltanat nasıl kaldırıldı?
Saltanatın kaldırılışının 86. yıldönümünde (01 Kasım 1922’de kaldırılmıştı), biraz bu süreci konuşalım isterseniz...
Bazıları yine kızacak (bunu, bu tür konuları yazdığımda bana gelen sövgü maillerinden ve telefonlarından çıkarıyorum), ama kalem yazmak zorundadır.
-
Yıl 1921... Henüz İstiklal Savaşı sürerken, Ankara ve İstanbul’da yeni arayışlar başlamıştır.
Temelde İstiklâl Savaşı’nı destekleyen Ahmed Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti’nin niyeti Ankara Hükümeti ile uzlaşmak, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmektir.
Ancak Ankara Hükümeti buna sıcak bakmamakta, İstanbul ile bütün köprüleri atıp yepyeni bir oluşumu başlatmak istemektedir. İstanbul Hükümeti, özellikle de son Padişah’ın son Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa, olayı farklı boyutlarda düşünüyor, “Tövbe, tövbe” diyordu, “nizam-ı mübareke (mübarek düzene= Bir anlamda hilafet müessesesine) rakip koşmak mümkün müdür?”
Böyle düşündüğü için bazı iyimser teşebbüslere girişiyordu. Bu teşebbüslerden biri de, Bursa'da bulunduğu bir sırada, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Artık birleşelim” şeklinde özetlenebilecek bir mesaj göndermesiydi: “Birleşelim ve Londra Konferansı’na ‘Türk Heyeti’ olarak birlikte gidelim.”
Mesajı Büyük Millet Meclisi yerine Mustafa Kemal Paşa’ya göndermesinin sebebi, Mustafa Kemal Paşa’yı “Ankara’nın tamamı” olarak görmesiyle ilgiliydi. Sanırım İstanbul’dan Ankara’ya bakılınca, sadece Mustafa Kemal Paşa ile çevresi görünüyordu. Tevfik Paşa’ya göre, İstanbul ile Ankara arasındaki ihtilafın artık sona ermesi gerekiyordu. Herkes “Halife-i rüyi zemin”e biat edip hizmetine girmeliydi. Tabii Ankara, özellikle de Mustafa Kemal Paşa aynı fikirde değildi. Padişah’a ve çevresine “hain” gözüyle bakıyor, bir süre sonra Londra’da toplanacak olan konferansa sadece Ankara Hükümeti’nin katılmasını plânlıyordu.
Böylece Ankara, kendi meşruiyetini cihana tescil ettirmiş olacak, oluşacak rüzgârla zaferin kazanılması ve daha sonra da saltanatın kaldırılması kolaylaşacaktı. Bu kararlılık içinde Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın “uzlaşma” teklifini, “Sadrazam” demeden “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi” unvanıyla çektiği 28.01.1921 tarihli bir telgrafla reddetti. (Bugünkü dille):
“İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretlerine... Milli iradeye dayanarak Türkiye'nin mukadderatını elinde tutan meşru ve müstakil tek hâkim kuvvet, Ankara'da, sürekli olarak toplanan, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye ile ilgili bütün meselelerin çözümünde ve her türlü dış ilişkilerde başvurulacak tek yer, yalnız bu Meclis'in hükümetidir. İstanbul’daki herhangi bir heyetin, hiçbir bakımdan meşru ve hukuki bir durumu yoktur... Millet ve memleketimiz adına meşru yetkiye sahip hükümetin Ankara'da olduğunun İtilâf Devletleri'nce anlaşılmış olduğu şüphesiz bulunduğu halde, adı geçen devletlerin bu görüşlerini açıkça belirtmekte gecikmeleri, İstanbul’da aracı bir heyetin varlığının kendileri için yararlı olabileceğini sanmaktan ileri gelmektedir...”
Mustafa Kemal Paşa, “Millet ve memleketimiz adına meşru yetkiye sahip hükümetin Ankara'da olduğunun İtilâf Devletleri'nce anlaşılmış olduğu”ndan söz ediyordu, ancak İtilaf Devletleri, Londra Konferansı’na hem Ankara, hem de İstanbul Hükümetini birlikte çağırmışlardı.
21 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında toplanan Londra Konferansı'na iki Türk heyeti katılmak zorunda kaldı. İstanbul heyetinin başında bizzat Tevfik Paşa, Ankara heyetinin başında ise Bekir Sami Bey vardı. Tevfik Paşa orada devlet adamlığını gösterdi, ilk sözü alarak yetkilerini tümüyle TBMM heyetine bıraktığını açıkladı. Böylece Türk heyeti iki başlılıktan kurtulmuş oldu.
Nihayet İstiklâl Savaşı zafere ulaştı. Lozan’da Türkiye’nin sınırları yeniden çizildi. Sıra cumhuriyetin ilânına gelmişti. Ama hilafet ve saltanat ne olacaktı? Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922’de T.B.M.M.'ye Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıldığını, yeni bir Türk Devleti’nin doğduğunu, egemenliğin millete ait olduğunu belirlemek gerektiğini söyleyerek TBMM Başkanlığına bir önerge verdi. Rauf Bey önergenin lehine söz alarak saltanatın kaldırılmasının uygun olduğunu söyledi. Fakat Meclis’te hilafetin saltanattan ayrılamayacağını, ayrılırsa iki kurumun da gücünü yitireceğini, dünyada, özellikle de İslâm dünyasında hilafetin etkisizleşeceğini savunan çok sayıda milletvekili vardı. Mustafa Kemal, hilafet ile saltanatın ayrılabileceğini dini argümanları da kullanarak uzun uzun açıkladı ise de etkili olamadı.
Bunun üzerine zaman kazanma cihetine gitti. Konuyu komisyona havale etmenin doğru olacağını belirtti. Meclis Başkanlığından gelen yetkisini ve etkisini de kullanarak konuyu “Teşkilatı Esasiye”, “Şer'iyye” ve “Adliye Komisyonu” üyelerinden meydana gelen karma bir komisyona havale ettirdi. Bu komisyonun başkanlığına Kırşehir Meb'usu Hoca Müfit Efendi seçildi. Konu komisyonda görüşülmeye başlandı.
Ne var ki orada da “Hilafet saltanattan koparılırsa güçsüzleşir, bir işe yaramaz” diyenlerin sayısı yüksekti. Durum aleyhte gözüküyordu. Bunu fark eden Mustafa Kemal Paşa söz aldı (bir sandalyenin, hatta masanın üzerine çıkarak konuştuğunu söyleyenler de var): “Efendiler” dedi, “... egemenlik güçle, kudretle ve zorla alınır... Bu bir oldubittidir. ‘Millete egemenliği bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız’ sorusu söz konusu bile değildir. Bütün mesele bir emr-i vakiyi ifadeden ibarettir. Bu ne olursa olsun olacaktır!.. Hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!”
Mustafa Kemal Paşa, son sözleri söylerken elini gırtlağına götürmüş ve keser gibi bir işaret yapmıştı. Dehşete düşen komisyon üyelerinin çoğu, öneriyi kısa sürede sonuca bağladılar.
Hilafetin saltanattan ayrılmasını kabul eden metni alelacele yazıp imzaladıktan sonra, Meclis Genel Kurulu’na sundular. 01 Kasım 1922 tarihinde yapılan oylama ile Meclis saltanatın lağvına, padişahlığın kaldırılmasına karar verdi.
Sonra hilafet de kaldırılacak, hanedan bir gece içinde çoluk çocuk sınır dışı edilecekti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.