Ocağı tüttüren baba, aşı pişiren anadır
Umudumuz varsa işimiz de olur, aşımız da. “Ocağı tüttüren baba, aşı pişiren anadır.” Bu ülke için birileri çalışıp çabalıyor. çabaladıkça kazanıyor, kazandıkça harcıyor.
Elbet harcamadan harcamaya fark vardır. Helal kazanan helal yolda ve insana hizmette, haram kazanan da haram yolda ve insana ihanette harcar.
Bizim haram kazanan ve haram yolda harcayarak insanlığa zarar verenlerle işimiz olmaz. Haramla pişmiş aştan ne şifa olur ne derman. O sebeple ülkesinden kazandığını memleketine harcayanlarla beraberiz, kursağına helal lokma girenleri severiz ve sevmeliyiz.
İşte geçen hafta bereketli topraklarımızın güneyine doğru uzanıp, Adana, İskenderun, Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş’a sefer eyleyerek, ülkesi ve milleti için çalışan iş adamlarını yakından takip etme imkanı buldum ve o güzellikleri sizlerle paylaşmak istedim.
“Sözüyle, özüyle ve hal diliyle adam gibi adam” diye her iyi niyetli insanın üzerinde ittifak ettiği ve benim de yürekten sevdiğim Müsiad Genel Başkanı ömer Bolat refakatindeki Müsiad heyeti, İskenderun Müsiad Şubesi’nin açılışına katılmak üzere bir ziyaret yaptı.
önce Adana Müsiad Şubesi’nde Adanalı Müsiad üyeleriyle bir toplantı gerçekleşti ve Adanalı iş adamlarıyla bir dizi sohbet yapıldı. Hemen bütün dilek ve temennilerde “Ben nasıl kazanırım” diye bir düşünce yoktu. Memleketin kalkınması, insanımızın refah düzeyinin yükselmesi ve ülkede huzurun hakim olması ana meseleydi.
Toplantı sürerken bir empati yaptım ve kendimi, sınırsız kazanma arzusuyla dolu, haram helal demeden sadece çok kazanabilmek ve çok harcayabilmek için her yolu deneyen ve devletin, milletin hakkını gözetmeyen iş adamlarının yerine koydum ve şu soruyu sordum: “Acaba ben bunların içinde olabilir miydim?” Soruma cevap şu oldu:
“Hayır, bu insanların içinde olamazdım. çünkü bu insanların savunduğu bütün değerler, benim namuslu çalışmamı emrediyor, yetimin, dulun, şehidin, fakirin, fukaranın, devletin, milletin hakkını gözetmemi istiyor. Kazandığımın zekatını hayır işlerine vermem isteniyor, benim yerim burası değil, çünkü aynı dili konuşmuyor ve aynı değerlerde buluşamıyoruz.”
Bu cevaptan sonra empati yapmayı hemen bırakıp kendime döndüm. çünkü bu kadar kısa bir zaman dilimi bile kafamda bir sürü çağrışımlar meydana getirdi. İş adamlığı adı altında nice soyguncular, hırsızlar, devlete ve millete kazık atan iş güç sahipleri aklıma geldi. Hatta bu kişileri savunmak için, devlet ve millet adına darbe yapmak isteyenler bile gelip geçti ve kendi kendime huzurumu kaçırmamak için acilen normale döndüm.
“Bugünün işini yarına bırakmama” ilkesi, Müsiad’ın ana prensiplerindendir. Zaman öyle hızlı akıyor ki, bırakın bugünün işini yarına bırakmamayı, sabahki işi bile öğle sonrasına bırakmamak ciddi zararlar verebiliyor.
Kısa istişare toplantısından sonra heyet, hızla İskenderun’a hareket etmek üzere yola çıktı. Adana İskenderun arası sanayi tesisleri ile doluydu. Tesislerin kimlere ait olduğunu bilmiyorduk ama bacası tüttüğü, fabrikaların önünde insan hareketi olduğu için mutlu oluyorduk. çünkü ülkesi ve milleti için birileri çalışıyor ve üretiyordu.
Malum, İskenderun demir çelik tesisleriyle ünlüdür. Bir sanayi ve tarım şehri olan İskenderun, 200 bin nüfusuyla büyük bir ilçe. Adana ve Hatay’a yakın oluşu, il olmasını engelliyor ama sanırım 30-40 vilayetimizden büyük ve çok renkli bir nüfusa sahip.
İskenderun’a indiğimizde Cuma vakti gelmişti. Atalarımızdan Allah razı olsun, her yerleşim yerine bir Ulu Cami yapmışlar. İskenderun’da Ulu Cami’de namaz kılabileceğimiz söylendi ve Ulu Cami’ye gittik.
Bu Ulu Cami, diğer Ulu Cami’lerden biraz küçük. Caddeler ve sokaklar insanlarla doldu ve biz de birkaç arkadaş yola serdiğimiz hasırlar üzerinde vazifemizi yapabildik. Cuma namazının en önemli özelliği, okunan hutbedir ve her hutbeyi dikkatle dinlerim. Bu sefer ki hutbeyi coşarak dinledim, onu da yarına yazayım inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.