Konuşurken Veya Yazarken
Bir gün öğretmenler odasının balkonunda oturuyoruz. Bir arkadaş, şu "otel ayısı" diye maruf siyasetçiyi eleştirirken, "yemiş yemiş s..mamış adam" demez mi? Şimdi bu arkadaş bir İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi…
Ben de şişmanım ya, herkes bana baktı. Arkadaş alınmadığımı görsün de mahcup olmasın diye ister istemez tebessüm ettim. Herkes de güldü geçti. Ama arkadaş nasıl bir pot kırdığını anladı ki, sözü hemen kısa kesiverdi ve sustu. Zil çalmıştı, kalktık, derslerimize gittik…
Ama ben bu üsluptan iyi bir ders almıştım. Hani “bu güzel edebi kimden öğrendin?” diyenlere Lokman Hekim “Bu güzel edebi edepsizlerden öğrendim. Onların hoşuma gitmeyen söz ve işlerinden ben uzak oldum” demişti ya, aynen öyle. Arkadaş bize iyi bir ders vermişti sağolsun. Hakikati öğrenmenin de, öğretmenin de demek ki bin bir yolu varmış…
Konuşurken veya yazarken, alâkasız insanları da incitebilecek teşbihler, sıfatlamalar ve genellemelerden uzak olmamız gerekir. Keşke hep başarabilsek bu ifade zerâfetini, üslup nezâhetini, mahcup olmasak söz ağızdan çıktıktan sonra. Geriye dönüşü yok çünkü çok istesek de.
Ah, kim bilir kimleri incitiyoruzdur farkında olmadan!
Bilip bilmeden kalp kıran, kızdıran, üzüp inciten tüm söz ve işlerimizden ötürü tövbe estağfirullah!
Sevgili dostumuz Ahmet Taşgetiren Bey bir yazı yazmıştı. Başlığı galiba şöyleydi: “Fazilet'i Gelin Ettik Dul Çıktı”. Bu söz, hemşehrimiz Abdurrahim Karakoç’un bir şiirinden alıntı gibiydi. Bir sonraki yazısında bu başlıktan ötürü özür diledi.
Neden mi?
Yazdığına göre bir bayan aramış telefonla ve demiş ki, “Benim adım Fazilet. Yazınızı okuyunca çok utandım”.
Ahmet Bey kalbi hüşyâr bir hassas insan. “Bunu hiç düşünememiştim, ben de çok utandım” diyerek özür diliyor ve “düşünme gereğinden” bahsediyordu. Bu benim için de unutulmaz bir ders olmuştu.
Evet, kalem ve kelam hassâsiyeti…
Söz ve yazı nezahet ve zerâfeti…
Her ikisi de namus kadar kıymetli ve titiz olmayı hak ediyor edepli edipler indinde.
Özellikle de sanal medya, popüler kültür ve siyasetin kirlettiği şu zamanda ne kadar muhtacız bunlara!
Atalar ne güzel demişler:
“Üslûbu-u beyân, aynıyla insan”.