Büyük Anneden Toruna (1)
Sevgili Ali Hür;
Bu akşam iki kardeşin kavgalarına şahit oldum. Biri üç diğeri beş yaşındaydı. Büyük olanı diğerinin oyuncaklarını elinden alıyor ve onu kıyıya iterek kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Kardeşi ise avazı çıktığı kadar bağırıyor ve oyuncakları yere fırlatıyordu. İki kardeş küçük bir oyuncak uğruna birbirlerini itip kakıyor, babaya şikâyet etmekle tehdit ediyor ve intikam almaya çalışıyorlardı. Neyse ki anne araya girdi ve kardeşleri sulha davet etti.
İki çocuğun kavgası bana insanoğlunun sahip olduğu iki duyguyu düşündürdü. İhtiras ve cedel… Bizler potansiyel olarak bu iki duyguya zaten sahibiz. Yaşamın ilk yıllarında elimize aldığımız her şeyi sahiplenir ve paylaşmaktan hoşlanmayız. O dönem çekirdek olarak taşıdığımız bu hasletlerimiz henüz terbiye edilmemiş, ehilleştirilmemiştir. O yüzden hep bencilliğin daracık sokaklarında dolaşırız. Koskoca dünyanın içinde ne varsa hepsine sahip olduğumuza inanır ve karşımızdaki kişileri hesaba katmayız. Bu dönem hayatı kendi yörüngemizden ibaret görür ve bencilliğin doruk noktasında yaşarız. İhtiyacımız olan şeye ulaşabilmek için ısrar eder, engellendiğimizde tepki gösterir ve ilginin sadece tarafımıza çevrilmesini isteriz. Sevginin paylaşılmasına razı olamaz bu konuda kardeşimizle çatışmaya başlarız. Ama dünyayı tanıdıkça içinde bulunduğumuz o daracık alanın hayatımızı sürdürebilmek için yeterli olmadığını anlar ve ben olmaktan biz olmaya geçiş yaparız.
Kardeşimizin elindeki oyuncağı alabilmek için direnirken annemizin bizim için yaptığı fedakârlıklar, kardeşlerimizin kendi aralarında kurdukları yardımlaşma ağı dikkatimizi çeker. Ve kapandığımız tek kişilik hücreden çıkmaya karar veririz. Hücreden dışarı çıktığımızda ise objelerle, insanlarla ve eşya ile iletişim kurmayı öğrenir ve adeta özgürleşiriz. Tek kişilik bir hücreden kalabalık bir aile ortamına açılır ve burada ötekilerle hemhal olmaya başlarız. Sevildiğimizi hisseder ve sevgiyi aldıkça vermeye de ihtiyaç duyar hale geliriz. Artık ben olmaktan biz olmaya geçmiş ve özgürlükler diyarına doğru yol almaya başlamışızdır. İnsanlık ailesinin bir ferdi olduğumuzu fark ettiğimizde zaaflarımızı görme imkânı bulur ve ötekilerin katkıları ile rehabilite olmaya başlarız.
Doğup büyüdüğümüz aile ilk iletişim nesnemiz ve ilk eğitim ortamımızdır. Dolayısıyla yaşamın ilk yıllarında aile fertleri ile aramızda gizil bir alış veriş başlar. Sevildiğimizi hisseder ve sevgiyi paylaşmayı öğreniriz. Ve paylaşmayı öğrendikçe ötekilerin artık ötelerde değil yanımızda ve yakınımızda olduğunu hissederiz.
Annemiz sevgi ve paylaşımı öğreten ilk eğitmenimizdir… Elimizdeki oyuncağı kardeşimizle paylaşmamız gerektiğini söylediğinde ona öfke ile bakar ve tepki gösteririz. Israrlarına dayanamayıp oyuncağı kardeşimize uzattığımızda ise iç dünyamızda bir hoşnutluk yaşar ve kendimizi iyi hissederiz. O dönem tanımlayamadığımız bu duyguyu kalıcı kılabilmek için gönlümüzü paylaşıma açar ve insani alışverişlerimizi sürdürürüz. Zaman geçtikçe hayatın bir alışverişten ibaret olduğunu anlar ve verdiğimiz her şeyi aslında kendimize verdiğimizi fark ederiz. Yani vermenin aslında almak olduğunu bütün hücrelerimizde hissederiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.