Galatasaray Mektebi Hatıraları
Yıl 1947, Galatasaray’ın orta kısmının ikinci sınıfında okuyorum.
Grenoble üniversitesinde okumuş Ferruhzat bey coğrafya hocamızdı. Harika bir öğretmendi o. Dünyanın en kuzeydeki şehirlerinden birinin Norveç’in Hammerfest’i olduğunu ondan öğrenmiştim. On bir gün gece, on bir gün gündüz olurmuş orada bazı zamanlar.
Baltık denizinden Atlantik’e beş suyolu vardır: Skagerak, Kattegat, Büyük Belt, Küçük Belt, Sund. Ezberimden yazıyorum, yetmiş sene geçmiş unutmamışım.
Matematik hocamız İstanbul ve Ankara rehberleri yazarı meşhur arkeolog Ernest Mamboury idi. Ben riyazî ilimleri sevmezdim.
Tarih hocamız eski Osmanlı nazırlarından Raşid Erer beydi. Taşralı bir çocuk olarak, bir topluluk içinde parmak çıtlatmanın veya çatlatmanın çok ayıp olduğunu ondan öğrenmiştim. (Görgüsüz bir arkadaşımız ders esnasında elini çıtlattığı için Raşid bey sınıfı terk etmek istemişti…)
Lise 1’de tarih hocamız Ali Enver Tekand beydi. 23 Nisan 1923’te Ankara’da açılan ilk Meclis’te Aydın mebusu olarak bulunmuş. Bir derste, çocuklar mebuslar bir ara maaşlarını çil çil Rus altınlarıyla aldılar demişti. Canlı tarihti.
Server Bürge tarih hocamızdı. Roma tarihinde, Silla ile Pompe arasındaki rekabeti ondan öğrenmiştim. Genç Pombe, yaşlı Silla için “O mazidir” demişmiş.
Matematik ve Kozmografya öğretmenimiz Halit bey, Sorbonne mezunuydu. Kozmografya dersinde, senenin en uzun gecesini anlatırken, “Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir / Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat” beytini okumuştu. Ezberlemiştim, hala unutmadım.
Edebiyat öğretmenim Muvaffak Benderli’ydi. Ondan çok şey öğrendim. Bir gün sınıfta “Şevket kütüphaneye koş, Feridun Bey Münşeatını al gel” demişti. Koşmuş, müze kütüphanedeki Osmanlıca kitap dolaplarından birindeki mezkur kitabı bulmuş getirmiştim. Hoca bize, Kanunî Süleyman’ın Fransa kralı birinci Fransuva’ya gönderdiği name-i hümayunu okumuştu. (Lise kütüphanesinde, nadir kitaplardan Feridun Bey Münşeatı var, onun Osmanlıca başlığını okuyacak bir öğrenci var, içinden bir parçayı yanlışsız okuyup şerh edecek bir muallim var…)
Müze gibi kütüphanenin anahtarı dört sene boyunca bana verilmişti. Kütüphaneci Celal beydi ve edebiyat öğretmenlerinden Orhan Şaik bey de kütüphane ile ilgileniyordu.
Galatasaray’ın edebiyat öğretmenleri gerçek edebiyat üstadlarıydı. Nihat Sami Banarlı, Ahmet Kudsi Tecer… Bir ara Fuat Köprülü de Galatasaray’da edebiyat muallimliği yapmış.
Son sınıfta felsefe hocamız Mösyö Larroumets idi. Felsefe ve mantık kültürümü ona borçluyum. O zaman yılda üç karne verilirdi. Tembellik etmiş, birinci karnede 4 almıştım. Çok çalıştım, ikinci karnede 10 aldım.
Fransız edebiyatı öğretmenlerimden biri meşhur tarihçi Mösyö Robert Mantran idi.
Corneille’in “Je suisjeune il estvraimaisauxâmesbiennées / La valeurn’attend pas le nombredesannées” beytini o yıllarda ezberlemiştim.
Bir sene Mösyö Roux’dan edebiyat okudum. Bir derste bazı arkadaşlarım gürültü etmişler, Mösyö Roux “Ben bir Fransız’ım, burada ücret mukabilinde ders okutuyorum. Sizin halinizi görünce Türkiye’ye çok acıyorum” demişti. Mösyö Rouxmelomandı, nota kitaplarını gözüyle okurken büyük bir zevk ve haz alırdı.
Hangi seneydi, bir sınıfta Ermeni Madam Kalustyan’dan matematik okumuştuk.
Yine Ermeni biyoloji öğretmenimiz Gürcan Kürkciyan beyi hatırlıyorum. Bir derste, mercimek etten daha besleyici ve sağlıklıdır demişti. Fakirdeki mercimek sevgisi o tarihten başlar.
Türkçeden Fransızcaya tercüme hocamız, başmuavin İzzet Hamid Ün beydi. Fransızcayı mükemmel bilirdi. Bir sınavda, Cumhuriyet’in başmakalesini Fransızcaya tercüme ettirmişti. Bendeniz 10 almıştım.
İngilizce hocamız, Hıristiyan Arap Habib beydi. İngiltere’de ihtida etmiş birine mektup yazmıştım, o da cevap göndermişti. Tahsilli olmadığı için İngilizce yanlışları yapmıştı. Mektubu Habib beye gösterdiğimde, burnunu kıvırarak, yanlışları göstermişti. O tarihlerde dünya dili Fransızca idi, İngilizce ikinci sıradaydı. Tembellik etmiş, iyi İngilizce öğrenmemiştim.
Zahir Güvemli’den de edebiyat okudum. Ona da minnet borcum vardır.
Ortaokulda Türkçe öğretmenimiz Necmi Bey iyi Macarca bilirdi. Cebimde çok elma var cümlesinin Macarcada “Jebenben şok alma van” olduğunu söylemişti.
Müdürümüz Behçet beydi. Japon imparatoru gibi otoritesi vardı. Ondan çok korkar, çekinirdik.
Tarih hocalarımızdan Muhittin Sandıkçıoğlu, sonradan öğrendim, bir şeyhin oğluymuş. (Peder-i âlileri Üsküdar’da Sandıkçılar tekkesi şeyhiymiş.)
1950’de Demokrat Parti iktidar olunca, Behçet beyi aldılar, yerine İsmail Hakkı İsfendiyaroğlu’nu getirdiler. Beyazıt’ta Tavşantaşı’nda Mithat Paşa’nın taş konağında otururdu, dillere destan zengin bir kütüphanesi antika eşyaları vardı.
Behçet bey ölünce, cenazesinin mektebe sokulmaması bahane edilerek, bir kısım talebe kışkırtılmış ve okulda anarşi çıkmıştı.
Bu hadiseden sonra Galatasaray çok kayıplar verdi ve eski parlaklığına bir türlü kavuşamadı.
Okulda anarşi ve kaos başlayınca nizam intizam disiplin bozulmuş, bendeniz de bu duruma açıkça cephe almıştım. Bu yüzden bazı arkadaşlarımla aram iyice açılmıştı.
Yıl 1952 son sınıftayız. Mezuniyet albümü hazırlandı, basımı için para toplandı, o zamanın iyi matbaalarından Çituris Biraderler matbaasında basıldı ama öğrenciler albümü alamadılar. Çünkü kim olduğunu hatırlamıyorum, sorumlu arkadaşlarımızdan biri paraları zimmetine geçirmiş, para ödenmeyince matbaa da kitapları vermemiş. (Paraları zimmetine geçiren, daha sonra benim için “Galatasaray’ın imalat hatasıdır” diyen kişi miydi acaba?)
Yıllar sonra, albümün fotokopisini Beyazıt Çınaraltı’nda bir sergide bulmuştum.
Benim devremin ellinci mezuniyet yıldönümü için bir tören yapılacak, birlikte yemek yenilecekti. Tarih olarak Ramazana ve Kadir gecesine denk geliyordu. Gündüzleyin yemek yenilecek, içki içilecek… Gitmemiştim.
Ölenlere rahmet, geride kalanlara sıhhat ve selamet diliyorum.
(1939-45 yılları arasında, GS’ın ilk kısmında beş sene okudum. O beş sene ile ilgili hatıralarımı yazmadım. Kısmet olursa başka bir yazıda… 1939’dan, mezun olduğum 1952’ye kadar tam on iki sene eder. Kıdemli has bir Galatasaraylıyım. Bu okula çok şeyler borçluyum… Mekteb-i Sultani’ye medyun-i şükranım. Kurulduğu 1868’den 1912’ye kadar, Galatasaray’ın Müslüman öğrencilerinin beş vakit namazı okul camiinde okulun resmî imamının ardında topluca hep birlikte cemaatle kılmaları mecburî imiş. Galatasaray’a hizmet eden, ilgi gösteren Sultan Abdülaziz’i ve Sultan Abdülhamid’i rahmetle anıyorum.)