Adamlığın Ölçüsü Şükür
Sağlığın kıymetini aklı başında olan her insan bilir. Bilgisi oranında bu nimeti ihsan edene şükür etmesi gerekir. Şükür noktasında insanlar çok farklıdır. Bu farklılığın sebebi, insanlardaki iman, bilgi ve şuur seviyesinin çok farklı oluşudur. Bu iman ve bilginin bilince dönüşmesi, üzerinde tefekkür edilip içselleştirilmesi, derinlemesine kavranması oranında sağlığa şükür artacak, korunması için daha dikkatli ve tedbirli olunacaktır. Allah Teâlâ bizden şükür istiyor ve şükredilen nimetleri artıracağını bildiriyor:
“Andolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”( İbrahim, 14/7.)
“Beni anın ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”( Bakara 2/152.)
Peygamberimiz (s.a.s)’in dilinden ise şükür konusunda şu dua dökülüyor:
“Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde kulluk etmek için bana yardım eyle!”( Ebû Dâvûd, Vitir 26. )
Hiç şüphesiz şükür, dilimize kalbimiz ve işlerimiz eşlik ederse gerçek şükür olur. O yüzden şükür sadece “Elhamdülillah, Ya Rabbi çok şükür” demek değildir. Bununla beraber her nimetin getirdiği sorumlulukları bilip yapmaktır.
Bunun için önce kalp şükretmelidir. Yani her nimeti Allah Teala’ın verdiğini bilmek ve bu verilen nimeti O’nun razı olacağı şekilde değerlendirmektir.
Sonra da bedenimiz şükretmelidir. Yani canımızın, aklımızın, sağlığımızın, maddî manevî zenginliğimizin, ilmimizin, velhasıl aldığımız her nefese varıncaya kadar bütün ömrümüzün kendine has bir şükrü vardır.
Bedenimizin şükrü, onu yaratılış hikmet ve amacına uygun olarak kullanmaktır; zararlı alışkanlıklar ve boş uğraşlarla onu israf etmemektir.
Aklımızın ve ilmimizin şükrü, bildiğimiz hakikatleri öncelikle kendi hayatımızda tatbik etmek ve başkalarına da öğretmektir.
Gücümüzün kuvvetimizin, sağlığımızın şükrü, sahip olduğumuz enerjiyi hak, hakikat, adalet ve insanlığa hizmet uğrunda tüketmektir.
Servetimizin şükrü, insanlarla, özellikle de yoksul veya mazlum olanlarla paylaşmaktır. Tasadduk ve infakta bulunmaktır.
Ömrümüzün şükrü, onu bize lütfeden Rabbimizin rızasını kazanmak için, İslam çerçevesinde, şer’i şerîfe uygun bir hayat yaşamaktır.
Allah, herkese şükretmesine vesile olabilecek nimetler ve imkanlar bahşetmiştir. Onun lütuf ve keremiyle ihsan ettiği bu nimet ve imkanlar her insana göre farklılık gösterebilir. Bize düşen, tamahkâr değil, kanaatkâr olmamız ve onun bize ihsan ettiği gibi bizim de başkalarına ihsan etmemizdir. İlim ise ilim, mal ise mal, beden sağlığı ile iş ise meccanen hizmet, izzet ve itibar ise izzet ve itibar ihsan etmek.
Bu konuda nefsin ve şeytanın fakirlikle korkutan vesvesesine aldırmamalı, “bendeki ancak bana yeter” dememeli, var olanı eşe dosta ikram, muhtaçlara infak ve tasadduk olarak bölüşmeli, paylaşmalıyız. Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz sahip olmamız gereken bu yüce meziyete şöyle işaret etmektedir:
“Maddi anlamda durumu sizden daha kötü olanlara bakın; daha iyi olanlara bakmayın. Bu, Allah’ın size verdiği nimetleri küçümsememeniz bakımından daha uygun olur.”( Müslim, Zühd ve Rekâik, 9. )
İşte mutlu olmanın açık sırrı budur!