Din İman Hizmetleri ve Para
İLMİYLE ‘âmil gerçek ulemâ, gerçek şeyhler, gerçek mürşidler, gerçek evliyaullah, muhlis ve has hizmetkârlar kutsal hizmetlerini, irşadlarını ücret mukabilinde yapmamışlardır.
Tebası (uyruğu) oldukları devletlerden veya başka devletlerden para almamışlar, yardım kabul etmemişlerdir.
Bırakın para ve yardım almak, zaruret ve mecburiyet olmadıkça sultanların, onların valilerinin ve vekillerinin huzurlarına çıkmamışlar, davetlerini kabul etmemişlerdir.
Bazı büyük veliler istisnaî olarak sultanların veya valilerin nezdlerine gittilerse, bunu, Müslümanları onların zulümlerinden kurtarmak veya zulümlerini azaltmak için yapmışlardır. Bazen de tesirli nasihatlar etmek için...
Hüccetülislâm İmamı Gazalî hazretleri, Halilülrahman şehrinde Hazret-i İbrahim aleyhisselamın kabrinde Allah’a üç söz vermişti. Bu sözlerden biri, sultanların huzuruna çıkmamaktı.
Bediüzzaman hazretleri İman,Kur’ân,İslâm, Sünnet ve Şeriat hizmetleri için kimseden para talep etmemiş, kendisi istemeden teklif edilse bile kabul etmemiştir.
İslâmî hizmetler, iktisat, ticaret, finans, endüstri (sanayi) işleri gibi görülmez.
Parayla, maddeyle yapılması gereken dinî hizmetler sırf ticaret kafası ve zihniyetiyle yürütülmemelidir.
İman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet hizmetleri parayla yapılmamalıdır.
Yanlış anlaşılmasın okul açılacaksa, yurt yapılacaksa, fakirlere yardım edilecekse elbette para lazımdır ve bu para bulunup o hizmetler görülecektir ama İman, İslâm, Kur’ân, Sünnet ve Şeriat hizmetleri parasal hale getirilmemelidir.
Böyle bir şey ihlâsa aykırı olur.
Bir işin, bir hizmetin içine para girerse şeytan da girer, kir ve pislik oluşur.
İman, İslâm, Kur’ân, Sünnet,Şeriat hizmetleri Allah için yapılır ve ücreti Allah’tan istenir ve beklenir. Haliq için yapılan hizmetin ücreti mahluqattan istenmez.
Zamanımızda bozuk bir mezhebe bağlı bir Arap ülkesinden bazıları para ve yardım alarak sözde din ve iman hizmetleri yapıyorlar. Yabancı bir devletten para alarak ehl-i sünnete hizmet yapmak bile caiz değilken, bozuk bir mezhebin propagandasını yapmak nasıl caiz olabilir?
Dışarıdan para alanlar birtakım yanlış, bid’at inançları yayıyor:
1. Allah göktedir...
2. Allah’ın eli ve ayağı vardır...
3. İslâm’da kabir ziyareti yoktur.
4. İslâm’da kabir yapmak yoktur.
5. Kabirleri ziyaret edip Fatiha okumak şirktir.
6. Tarikat büyükleri Allah’ın velisi değil, şeytanın velisidir.
7. İslâm’da tasavvuf tarikatı yoktur.
İşte bu gibi batıl inançları yaymak için para alanlar hizmet mi ediyor, yoksa hezimete mi sebep oluyor?
Sevgili din kardeşlerimin, dışarıdan para alarak bozuk mezheplerin ve fırkaların batıl inançlarını yaymaya çalışanlara karşı uyanık olmalarını tavsiye ederim.
Bir İki Saatlik Bir Cevelân
Cumhuriyet bayramı günü evde oturmaktan sıkıldım, akşama doğru tramvaya bindim, Karaköy’de indim, Tünel’den Beyoğlu’na çıktım. Ezan yaklaşıyordu, Yüksek Kaldırım’daki Şahkulu Camii’ne gittim, namazı orada kıldım.Caminin önünde hatıra eşyaları satan zattan üç parça eşya aldım. Gravürcü Ziya beye uğradım. Ondan üç eski harita fotokopisi aldım. Bana birkaç kartpostal hediye etti. Birinde Urfa Mevlevihanesi şeyhi, dervişleri ve mutribleri görülüyordu. Buralarda içkisiz temiz bir lokanta var mı diye sordum. Pera Palas civarında bir Karadeniz lokanta ve pide evini gösterdiler. Bir tabağa azar azar birkaç çeşit yemek koydurdum. Kara lahana dolması...Hesap, su dahil 7 lira tuttu...
Unutmadan anlatayım: Şahkulu Camii’nin önünden başına poşu gibi bir örgü bağlamış bir meczub geçti bağıra bağıra. Yüksek sesle salavat ve Arapça dualar okuyordu. Aşağıya doğru hızlı adımlarla indi. Salavatlar, dualar yavaşladı yavaşladı...
O meczub hepimizden cesaretli ve samimî idi bence.
Bu devir Müslümanları genellikle ne kadar korkak, pısırık, zelil.
Doğu Perinçek’ten, Alemdaroğlu’dan, İlhan Selçuk’tan ibret alıp utanmalıyız.
Ülkemizde hürriyet var ama bunu iğtinam etmesini (ganimet olarak almasını) bilmiyoruz. Korkaklık, ürkeklik, zebunkûşluk ruhumuza işlemiş.
Nice çıplak kral var, içimizden biri çıkıp da avaz avaz “Kral çıplak...Kral çıplak...” diye haykıramıyor bir türlü.
Viran olası hanede evlad-u iyal varmış. Böyle düşünenlerin haneleri viran olsun.
Karnımı doyurduktan sonra Galatasaray’a doğru yürüdüm. Yolda bir kadıncağız elindeki poşetten sokak kedilerine ciğer veriyordu. Kendisini tebrik ettim. Merhamet ne güzel şey...
Avrupa Pasajı’na girdim. Antikacı dostumdan üzeri yaldızlı eski bir opalin bardak aldım. Rengi mavi...
Yatsı ezanı okunuyordu. Altında sahaflar olan Aslı Han’ın üzerindeki mescide çıktım, namazı eda ettim. Sahaflardan on kadar kitap satın aldım. Biri İsveç’te basılmış ombudsman konulu İngilizce bir kitap (The Parliamentary Ombudsman in Sweden, Bengt Wieslander, 1994). Bu ombudsman bizde de vardı, sonra lâfı edilmez oldu. Ne oldu acaba?
Boğazkesen Caddesi’nden Tophane’ye indim, tramvaya binip evime döndüm.