Haklı Savaş
Çok kirli, kanlı bir senaryo hazırlanıyor. Dünyayı kana bulayacak dehşetli bir savaş düşünüyorlar; Armageddon. Bu savaş, halen geniş çapta ancak ‘düşük yoğunluklu’ olarak devam ederken, genel olarak savaş konusunda yazmak istedim.
İnsanlık tarihi savaşlar nedeniyle yaşanan büyük yıkımlarla dolu. I. Dünya Savaşı’nda ölen 9,5 milyon kişinin %95’i asker, %5’i sivildi. II. Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısı ise tam 65 milyondu.
Savaşların yıkıcı etkisini en aza indirmek isteyen bir grup siyasetçi, düşünür akademisyen ve diplomat savaş ilkeleri ve savaş hukuku konusunda yoğun bir çalışma yürüttü. Sonuçta savaşın amacının barış ve adaleti sağlamak olması gerektiği fikri ortaya çıktı. Böylece savaşlar amaç ve yürütülüş bakımından bazı kriterlere bağlandı ve “haklı olduğu kabul edilen bir savaş anlayışı” oluştu. Bugün “Haklı Savaş” olarak isimlendirilen bu anlayış, hem savaşa başvurmanın nedenlerini hem de savaşın idaresini çeşitli ilkelere bağladı. Bu ilkelerden bazıları şöyle:
– Savaşın haklı bir nedeni olmalı; Savaşın amacı, maruz kalınan bir haksızlığı gidermek olmalıdır.
– Şiddet içermeyen tüm seçenekler denenmiş olmalı ve savaş son seçenek olarak görülmelidir.
– Bir saldırıya karşı yürütülecek savaş orantılı olmalıdır. Örneğin bir sınır ihlalinin karşılığı topyekûn işgal olmamalıdır.
– Savaşta, savaşanlar ve savaşmayanlar ayrımı kesin olarak ayrılmalı sivil kayıpları önlenmelidir.
– Savaşta insaniyet kaybedilmemelidir, yani esirlere şiddet uygulanmamalıdır. (Bu ilke günümüz Savaş hukukunun esasını oluşturmaktadır).
– Savaş, meşru bir otorite yani egemen bir devlet tarafından yürütülmelidir.
Bu ilkeler her ne kadar kabul görmüş olsa da, tam anlamıyla uygulandığını söylemek mümkün değil. Aradan geçen 50 yıla ve BM’nin varlığına rağmen savaşların getirdiği haksız ve büyük yıkımlara engel olunamadı. Çünkü kimi ülkelerin haklı gerekçelerle savaşı zorunlu görmek yerine, tam aksine savaş için haklı gerekçe üretme çabalarıdır.
Örneğin İngiltere’nin, 2. Dünya Savaşı sırasında ağır hava bombardımanı altında Dresden’de gerekçesiz olarak 200 bin, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ise 132 bin sivilin ölümü gibi.
2014’e kadar Afganistan’da çoğu sivil yaklaşık 1 milyona yakın kişinin, kimyasal silahların olduğu iddiası ile Irak’ta 2 milyondan fazla insan hayatını kaybetmesi. Devamında ise Suriye’de 700 binden fazla insanın hayatını kaybettiği bir savaşı tetiklemesi.
Ortadoğu’da art arda yapılan müdahaleler barış ve istikrar getirmek yerine aksine bölgede radikal hareketlerin artmasına sebep oldu. El Kaide’yi ortadan kaldırma girişimleri sonunda IŞİD, Boko Haram ve El Nusra gibi yeni örgütleri ortaya çıktı. Bu da asıl hedefin şiddet hareketleri değil İslam olduğu kanısını oluşturdu.
Şu çok net; bağnaz İslam anlayışının savunduğu değerler, Kur’an ile asla uyuşmaz. Kur’an’daki İslam, radikalizm ile hiçbir şekilde bağdaşmaz. Bu gerçek, İslam coğrafyasında acil ve kapsamlı bir eğitim politikası ile anlatılmalı.
Tüm dünyaya, Kur’an’dan delillerle İslam’ın radikalizmi reddettiği ve Müslümanın potansiyel terörist olarak görülmemesi gerektiği mesajı verilmeli.
İslam'a göre yalnızca zorunlu olunduğunda savaşa başvurulur ve savaş belirli insani ve ahlâki sınırlar içinde yürütülür. Savaş bir "istenmeyen zorunluluk"tur.
Savaşların ana sebebi din değil, şiddeti yücelten ideolojiler üzerine bina edilmiş çıkar çatışmalarıdır. İnsanlığın yüzlerce senelik ayıbı olan katliamları, soykırımları meşru gösterecek geçerli hiçbir sebep yoktur. Savaşların kazananı yoktur; insanlıktır kaybeden. Kavgayı, çatışmayı, savaşı, silahı, öldürmeyi insanların bu kadar normal karşılaması acayip değil mi?.. Ki, “Allah barış yurduna çağırır.” (Yunus Suresi, 25)
İnternette bu konuda araştırma yaparken karşıma çıkan bir doktora tezinde, Buhari’den aktarılan bir hadise göre Hz. Muhammed(as)'ın “Ben tüm ve tam öğretiyle gönderildim; dehşet aracılığıyla bana zafer verilecek” dediği ve bu yüzden haklı savaş’ın Kur'an'da karşılığının bulunmadığı iddia ediliyordu. Tez, "Müslümanlığa göre inanmayanlara karşı girişilecek her savaşın haklı savaş olduğu kabul edilebilir" gibi Kur'an'a uygun olmayan cümlelerle devam ediyordu.
Oysa Peygamberimiz(asm)'ın hayatına baktığımızda ancak zorunlu hallerde savaşa çıkıldığını ve savunma amaçlı olarak savaşıldığını görürüz.
Allah savaş iznini, baskı ve zulüm durumunda verir. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi, 190) ayetiyle sebepsiz kışkırtmaya ve gereksiz şiddet kullanımına karşı uyarır.
İslam'ın siyasi konulardaki hüküm ve prensipleri insanîdir, ılımlıdır. Müslüman olmayan pek çok tarihçi veya teolog tarafından da bu gerçek dile getirilir. Kur’an’ın savaş ayetleri, Müslümanların Rahmanî bakış açılarını belirler. Bir saldırı karşısında şayet gerekli olursa savaş da adilane, insani ve ahlâki sınırlar içinde gerçekleşir. Müslümanların barışçılığı, Kur'an'da emredilen İslami esaslardan kaynak bulur.
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır... (Mümtehine Suresi, 8-9)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.