Kürt Sorunu Ve Müslümanlar
Bu konuda üç yazı yazmıştım. Yeri geldikçe yenilerini de düşünüyordum. Ama ilk yazı burada yayınlanır yayınlanmaz, peş peşe yorumlar yazıldı yazı altında. Sanırım sizler de benim gibi okumuşsunuzdur onları.
Bilindiği gibi ben yorumcularla doğrudan tartışmaya girmiyorum. Ama onları okuyor ve değerlendiriyorum. Gerekirse burada yeni bir yazıyla toplu cevap vermeyi veya fikirlerimin anlaşılmayan yanlarını izah etmeyi daha yararlı buluyorum.
Neden buna ihtiyaç duyduğumu açıklamaya gerek var mı? Bir yazar elbette fikirleriyle kamuoyu oluşturmak, insanları etkilemek ister. Ama her şeyden önce doğru anlaşılmak ister.
Bazı yorumculara katılıyorum. Meselenin bir yanını ihmal etmiş gibi görünüyoruz. Ama hani “oynamasını bilmeyen gelin ‘yerim dar’ dermiş” diye bir atasözümüz var ya, gerçekten yerimiz dar. Her şeyi “kitap gibi” yazamıyoruz.
Kaldı ki ben kendimi “uzun” yazmakla suçluyorum. Bence ortalama bir gazete yazısı 400 kelimeyi geçmemeli. Ama itiraf edeyim, bu işi tam beceremiyorum. Onun için zaman zaman bazı yazıları ikiye bölüyorum. Mesela yakında yayınlanan “işkence”ye dair iki yazı öyleydi.
Fakat en fazla üzüldüğüm nokta, yazının içinde söz konusu edilen, vurgulanan bir konunun yokmuş gibi tenkit edilmesi. İçimden ister istemez öylesi yorumcuya, “işte şu satırları atlamışsın” diyorum.
Bir de üslup meselesi var. Buraya mahsus değil, genellikle internetin dili bam başka. Biraz dinç, biraz avare, biraz uçuk bir söylemi var internetin. Biraz da bizim medeniyetimize yabancı bu üslup.
Fakat hakkını yemeyelim, burada bazen çok nazik, çok ince, çok kibar, fevkalade zarif bir ifade ve üslup ile yazılan yorumlar da oluyor. O zaman içim cidden sevinçle doluyor.
Bazı yorumcularıma hayret ediyorum. Hiç ummadığım bir biçimde kasdetmediğim manalarla itham ediyorlar. O zaman içimden cevap veresim geliyor, ama ilkemi hatırlayarak vazgeçiyorum.
Ancak böylesi durumlarda beni sevindiren çok güzel şeyler de oluyor. Bakıyorsunuz bir başka yorumcu, o ithamı kaldırıcı, yanlışı giderici, atlanılanı hatırlatıcı, hatta sivri dillileri ve hakaret edicileri uyarıcı, hatta bazen haşlayıcı savunmalar yapıyorlar. Onlara da müteşekkir kalıyorum.
Mesela bu son yazılarda bizi Kürt sorununu bilmemekle, Kürtlere yapılan zulme seyirci kalmakla, onlara yardım etmemekle, hatta TC nin yanında yer alarak zulme ortak olmakla, meseleleri İslam hukukuna göre değerlendirmemekle itham edenler oldu. Bunlara üzüldüm haliyle.
Ama aynı yerde bizim yazıdaki sözlerimizle bizi doğru anlayan ve savunanları da gördük. Hatta bazı özel bilgilere de ulaşmış ve onlarla cevap vermişler. Sanırım bunlar ya beni özel tanıyanlardır ama rümuzlu yazınca ben tanıyamıyorum. Ya da internetin marifetini iyi kullanıyorlar. Çünkü bugün bir insanı tanımak için tırnak içinde adını yazıp tıklamanız yetiyor. Hoş bir şey değil mi?.
Şimdi bazı notları kısaca değerlendirelim isterseniz. Ben Kürt sorununu az da olsa bildiğimi zannediyorum. İmam Hatip Lisesini Diyarbakır’da okudum. Gerek okullardan yetişme, gerekse medreseden icazetli hoca olarak doğulu birçok dostlarım da oldu. Yani yaşayarak, dinleyerek ve okuyarak bu konuya biraz vakıfım. Ama ne kadar? Onu ben değerlendiremem ki…
Kürtlere yapılan zulme seyirci kalmak, hele de zalimlere meyletmek, yani sevmek ve desteklemek mi?
Allah korusun, bu “cehennem çarpması” demektir. Bilerek asla, ama asla olamaz. Nihayet beşeriz, bilmeden olanlar oluyorsa, estağfirullahel azîm.
Buradaki yazılarımız yeterli şahit değil mi? Biz İslam’dan başka bir din, bir sistem, bir yaşama biçimi, bir ideoloji… tanımıyoruz. Bu sistem de bizi tanımıyor ve eziyor zaten. Temel insan haklarımızı bile elimizden alıyor, bize zulmediyor ve aşağılıyor.
Ama ey sevgili Kürt kardeşlerim, sistem bunu yaparken Kürt, Türk, Arap, Acem diye ayırmıyor ki? İslam’ı isteyen, yaşamaya ve yaşatmaya çalışan herkese ayırım göstermeksizin zulmediyor. Biz zalimimizi mi sevip destekleyeceğiz?
Ama şunu söyleyebilirsiniz: bize sizden daha çok zulmetti ve ediyor. Evet, haklısınız. Bu sistem ırkçı olunca, onun da bir katkısı vardır zulme. Fakat İslamsızlık yanında bu bir ayrıntıdır. Esas olan dinimizin, imanımızın gitmesidir, gerisi teferruat.
Aslında o teferruatta bile tartışabiliriz, fakat gerek yok. Mesela “sizin diliniz var hiç olmazsa” diyeceksiniz.
Biz de diyeceğiz ki, “hangi dilimiz? Dilimiz mi kaldı? Daha dün yaşayan Mehmet Akif bile yabancı dilde yazmış gibi anlaşılmaz oldu? Ne Fuzuli’miz kaldı, ne Şeyh Galib’imiz…”
Diyeceksiniz ki, “Sizin kültürünüz, kılık kıyafetiniz, folklorunuz var”
Diyeceğiz ki, “hangi kültür, hani kılık kıyafet, bu folklor mu bizim?”
Evet, biz de mağduruz, mazlumuz, makhuruz. Ama sizinki daha fazla olabilir. Gene söylüyorum, bunlar teferruattır. Karşımızdaki esas tehlike dinsizliktir, İslam’sızlıktır. Çare İslam’dadır, İslamlaşmadadır.
Peki, PKK bu İslam’ın neresinde?
Yazı hayli uzadı. Siz de düşüne durun, biz de düşüncelerimizi gelecek yazıya bırakalım, olmaz mı?