Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Gençler! Siz büyüklerinize bakmayın!

Gençler! Siz büyüklerinize bakmayın!

Bu başlık yıllar önce bizim M. Ü. İlâhiyat Fakültesinin bulunduğu caddede gördüğüm bir bez afişten aklıma geldi. Afişte şöyle yazıyordu: “Çocuklar! Büyüklerinizi uyarın, çevreyi kirletmesinler!”

Bugünlerde bazı yerlerden arkalarını sağlama alınca istediklerini söyleme özgürlüğüne kavuşan “dindar” camianın bazı konuşanları, yazanları hem sosyal çevreyi hem de konuştukları, yazdıkları konuları kirleten bir tavır ve üslup izliyorlar. Bazılarının uzmanlık alanları da farklı olan bu insanların -zaman zaman isimler vererek- artık işi iyice çığırından çıkardıklarını görüyoruz.

Bizim dinî-kültürel geleneğimizde bilgi ve tefekkür rahmettir ama bu insanlar -güya din namına- dilleriyle insanları incitmekten, kalemlerini kılıç gibi kullanmaktan haz duyuyorlar. Ancak bu tavır ve üslubun insanlar, özellikle gençler üzerindeki zararlı etkilerini -mesela- sosyal medyadan izleyebiliyoruz. Onun için gençlere diyorum ki: Aman gençler! Siz böylesi büyüklerinize bakmayın! Yazdığınız yorumlarda yazarın şiddetine, hakaretine birkaç katını da siz ekleyerek çevreyi daha fazla kirletmelerine alet olmayın. Lütfen unutmayalım: Sosyal medyayı sorumlu kullanmazsak bu ortam bizi insanlığımızdan da Müslümanlığımızdan da edecektir.

***

Elbette başka alanlarda olduğu gibi din alanında da kendilerini görüş belirtmeye ehil görenler bildiklerini, düşündüklerini yazarlar, yazmalıdırlar. Hepimiz bazen bilgi eksikliğinden, bilgi ve yorum farklılığından veya başka anlaşılabilir sebeplerden dolayı farklı şeyler de düşünebilir, konuşup yazabiliriz. İnsanlar da bunlardan kendilerince daha isabetli gördüklerini alırlar. Bizim kültürümüze ve tartışma geleneğimize baktığımızda -zaman zaman üslubun sertleştiği olmuşsa da- ana çizginin makul ölçülerde sürdüğü görülür. Hatta sırf tartışmanın ilmî ve ahlâkî ölçüleri üzerine bilgi dalları oluşmuş, eserler yazılmıştır.

Bilhassa son birkaç yıl içinde bizim yazar-konuşur camiaya bir haller oldu. Öyle olunca, okuyucuya da bir haller oluyor; artık belli bir terbiye ve nezaket dahilinde yazılmış; birilerine saldırmayan, kırıp dökmeyen, düzeyli bilgi ve fikirler içeren yazılar okuyucuyu kesmemeye başlıyor. Kimi okuyucular bir kez provoke olup gürültü koparınca, yazar bir yazdıysa onlar onun beş-on katı ağırlıkta yorumlar ekleyince bizim yazar da sell-i seyf edip meydana atlıyor. Adeta “Bu dini ben gönderdim ve onu tek ben bilirim; sen de kim oluyorsun!” dercesine -eskilerin tabiriyle- mütehakkim ve mütecaviz bir dil ve üslûp kullanıyor.

***

Halbuki ilim ve fikir sahibine düşen, şiddet eğilimlerini kışkırtmak değil, okuyucusunu aklı ve vicdanıyla davranacağı düzeye yükseltmektir. Ancak o zaman bilgisini, düşüncesini, bunları ifade etme imkânı bulduğu yayın organını, hatta konusu olan dinimizi doğru ve faydalı bir şekilde değerlendirmiş olur. Unutmayalım ki, imkânların kötüye kullanılması imkânsızlıktan daha kötüdür. Nitekim kötü âlim, cahilden daha zararlıdır.

Din ve onun etrafında oluşan değerler, Yüce Allah’ın, maddi dünyanın herhangi bir nesne gibi bilinçsiz ve manasız bir şekilde gelip geçmesini istemediği insana, hayatını anlamlandırması için gönderdiği en büyük imkân ve nimettir. Ayrıntılarda kişilerin, zamanın ve olayların değişmesine göre zihnimizi kurcalayan bazı sorular olsa da bütünüyle din ve yalnızca din insanoğluna sıradan doğa nesnelerinin ötesinde ne olduğunu, ne olması gerektiğini öğreten, bu açıdan hayatının anlamını ve sorumluluklarını hissettiren tek kaynaktır. Onun için Kur’an’ın bildirimiyle din rahmettir, dinin kaynağı Kur’an rahmettir, dinin tebliğcisi ve model uygulayıcısı Peygamber rahmettir ve dinin sahibi, bütün bu rahmetlerin kendisinden zuhur ettiği Yüce Allah Rahmân ve Rahîm’dir.

Böylesine rahmet deryası olan dinimizin tezyif, saldırı ve şiddet aracı olarak kullanılması hem dine hem topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Çağrıcı Arşivi