Biz farkında mıyız?
Ufeyfü'l-Kindî der ki:
"Ben ticaret adamı idim. Abbas b. Abdulmuttalib de ticaret adamı idi. Abbas, Yemen'e gelir, ıtır satın alıp hac mevsiminde satardı. Kendisi dostumdu. Cahiliye devrinde Mekke'ye gitmiş, Abbas b. Abdulmuttalib'in evine inmiştim. Aile halkıma, Mekke elbisesi ve ıtırından satın almak istiyordum. Abbas'ın yanında oturuyor, güneş gökte yükseldiği zaman, Kabe'ye bakıp duruyordum.
O sırada, olgunluk çağına ermiş bir genç Kabe'nin yanına vardı, başını göğe kaldırıp baktı. Sonra da, ayakta, Kabe'ye yöneldi. Sonra, bir çocuk gelip onun (biraz gerisinde) sağına (doğru) durdu. Çok geçmeden, bir kadın gelerek onların arkalarına durdu. Sonra, olgun genç eğilip rükûa varınca, çocuk da, kadın da rükû ettiler. Olgun genç rükûdan başını kaldırıp doğruldu. Çocuk da, kadın da, rükûdan başlarını kaldırıp doğruldular. Olgun genç secdeye gitti. Çocuk da, kadın da secdeye gittiler.
- 'Ey Abbas! Ben, büyük bir iş, şaşılacak bir hadise görüyorum!?' dedim.
Abbas:
- 'Evet! Büyük bir iştir!' dedi ve bana:
- 'Bu olgun genç kimdir, biliyor musun?' diye sordu.
- 'Hayır! Bilmiyorum' dedim.
Abbas:
- 'Bu, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib'dir, kardeşimin oğludur' dedi ve bana:
- 'Onun yanındaki şu çocuk kimdir, biliyor musun?' diye sordu.
- 'Hayır! Bilmiyorum! dedim.
- 'Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib'dir, kardeşimin oğludur dedi.
- 'Şu kadının kim olduğunu biliyor musun?' diye sordu. Ona:
- 'Hayır! Bilmiyorum!' dedim.
- 'O da, Hatice bint Huveylid'dir ve şu kardeşimin oğlunun zevcesidir. Kardeşimin oğlu, bize, senin şu gördüğün ve onların da sâlik bulunduğu bu dini kendisine göklerin ve yerin Rabbi olan Rabbinin emrettiğini söylemektedir. Vallahi, ben bütün yeryüzünde bu dinde şu üçünden başka bir kimse bulunduğunu bilmiyorum!' dedi.
Ah! Ne olurdu, o zaman iman edeydim de, ikinci erkek mü'min ben olaydım! Onların dördüncüleri olmayı, ne kadar arzu ederdim!"
(M. Asım Koksal şunlardan nakleder: İbnSa'd, Tabakât, c. 8, s. 18, Taberî, Târih, c. 2, s. 213, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1243, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 487.)
Yüce Allah; Hz. Ali'den de, Hatice bint Huveylid'den de, Ufeyfü'l-Kindî'den de, Hz. Abbastan da razı olsun! Bu olayı bizlere anlatan alimlerimizden de.
Düşünebiliyor musunuz bu adam ne büyük bir devleti kaçırmıştır?
İslam’da ikinci erkek olmak. Ebu Bekir’den bile önce Müslüman olmak! Aman Allah’ım, bu ne büyük bir devlet. Ve nihayet bu ne büyük bir fırsatın kaybı!
Ya işte böyle nefsim, elin musibetini görüp “vah vaaah” demek kolay. Evet, kaçırdığı fırsat büyüktür. İyi de, isteseydin sen de büyük bir veli, bir Allah dostu, örnek bir Müslüman, öldüğünde yerlerin ve göklerin ağladığı bir adam olabilirdin. Hatta hala olabilirsin.
Neden değilsin?
Bu gece seni teheccüde kaldırmayan azıcık bir uyku lezzetidir. Hiç mi tatmadığın bir lezzetti bu? Uyudun da eline ne geçti? Gece kalksan da akşama kadar yatsan olmaz mıydı? Evrad-u ezkarını yapsan, sabahı da cemaatle kılsan olmaz mıydı? Kaçtı gitti işte o güzelim fırsatlar…
Azıcık şehvet veren şeytanın gemlediği şu giyinik çıplak mel’ûneye bakmasan, şu kulağa zevkli gelen pis dedikoduyu dinlemesen, şu leş gibi haram lokmayı yemeyiversen ne olur sanki?
Bana kötülükleri saydırma nefsim, deveyi yardan uçuran bir tutam otmuş. Saydırma, zira senin uğruna velayeti kaybettiğin zevk ve şehvetlerin hepsi bir anlıktır ve kalitesi fındık kabuğunu doldurmaz. Üstelik pişmanlığı bir ömür bitmez. Oysa hakiki imanın kalpteki lezzeti dünyada da ahirette de bitmez tükenmez.
Çıkmadık canda bir umut var, daha ölmedin nefsim, gel sen onu iradenle isteyerek öldür de kurtul. “Keşke” demenin âlemi yok, son pişmanlık ancak fayda verirse güzeldir.