Batının Kibrine İsyan
Batılı devletlerin bize olan kin ve nefretlerinden bıktık, usandık. Buna rağmen bizim de hala onlara yüzümüzü çevirerek medeniyetlerine dâhil olma isteklerimizden iyice utanç duymaya başladık. Anlamıyorum, biz bu zillete hala niçin katlanıyoruz?
Her gün yeni bir hakaret, her gün yeni bir kınama, her gün yeni bir aşağılama.
Ne sanıyor bunlar kendilerini?
Şu anda dünyanın neresinde bir sancı varsa, savaş varsa, zulüm varsa, altından Batı çıkıyor. Bunların neresi medeni Allah aşkına? Bunların kime ne verecekleri var ki revaçtalar bu kadar?
İnsan bu kadar güce tapmamalı. Ezilmemeli kuvvet karşısında.
Güya kölelik kalkmış. Ne alaka? İnsanlar değil, artık uluslar köle!
* * *
Batılılaşma, Batı uygarlığının bilim ve tekniğinden öte bütün kurum ve kuramlarını alma girişimidir. Bu yüzden Avrupa ve Amerika ülkelerindeki yönetim, hukuk, iktisat, sanat, eğitim, hayat tarzı ve görgü kuralları alanlarındaki tüm kuralları ve kurumları benimseyerek almak Batılılaşmanın amacıdır. Eskilerin tabiri ile “muasır medeniyet seviyesine”, yenilerin deyişi ile “çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak” için bütün bu uygulamaları gerçekleştirmektir.
Türkiye’yi ele geçiren Batıcı kadrolar bu maksatla her şeyden önce yönetimde Batılılaşmayı benimseyerek, güya saltanatı kaldırıp cumhuriyeti (!) kabul ettiler. Sonra da sanki bununla bağdaşamazmış gibi Hilafeti/Halifeliği kaldırdılar. Daha sonra çorap söküğü gibi Batının hayat tarzını belirleyen değerleri sökün etti.
Niçin?
Galibiyet izzetinden sonra gelen mağlubiyet zilletinden kurtulmak için. Onlar gibi olursak belki bizi severler tezi baştan sakattı ve hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bilakis zilleti daha da koyulaştırdı.
Onları taklit ederek onlar gibi olursak, güçlü oluruz, mağlubiyeti durdururuz tezi de tam bir fiyasko ile sonuçlandı.
Velhasıl Batılılaşma macerası bize hüsrandan başka bir şey vermedi.
* * *
Sözde “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, Allah Teâlâ’nın ulûhiyet ve rubûbiyet sıfatlarının bir tecellisi olarak kullarına sunduğu biricik dini olan “İslam” nimetini, özellikle de onun dünyayı düzenleyen kanunlar kısmı olan “İslam hukukunu” kaldırdı. Yerine Batılı Hıristiyan halkların iradesinin bir tecellisi olarak Batı ülkelerinden kanunlar tercüme edip aldı. Böylece Türk halkının iradesi katledilmiş oldu.
Memnun muyuz bu hukuktan?
Asla!
* * *
Üstelik dalga geçer gibi güya “milletin iradesini” tecelli ettiren sözde laiklik ve demokrasiyi getirdi. Böylece Türk halkının iradesi ve hâkimiyeti yerine, Batılı ülkelerin halklarının irade ve ilkeleri, mutlak hakikat ve değişmez bir ilke olarak alındı.
Peki, şimdi Yasamada milletin iradesi mi var?
Ne alaka?
Batının iradesi var!
Buna da demokrasi diyoruz, öyle mi?
* * *
Kiminle savaştığını bilmeyen zavallılar, sanki Allah Teâlâ’nın şeriatını kaldırmaya güçleri yetecekmiş gibi, “şeriat mülgadır” dediler. Sanki öyle demekle şeriat yürürlükten kaldırılmış olacak gibi kendince konuşuyor, keyfince iş yapıyorlardı.
Oysa o şeriat bütün Müslümanların kalbinde bir iman olarak parlıyor, amellerine de bilgileri ve takvaları ölçüsünde yansıyordu.
Beyler, biz hala şeriata göre evlenir yuva kurarız, ekmeğimizi ona göre kazanır, harcamamızı ona göre yaparız, o yasakladığı için adam öldürmelerden, yaralamalardan, içkiden, zinadan, faizden, kumardan kaçarız.
İslam ve onun aziz şeriatı, adil kanunları, ilahî hukuku bizim hayatımızda dip diri duruyor ve ölene kadar da yürürlükte olacaktır. Hatta biz öldükten sonra da şeriata göre cenazemiz kalkar inşallah.
* * *
Ve bir gün mutlaka Müslümanlar o bayrağı insanlığın burcuna tekrar dikeceklerdir.