Bilinçsiz kitlelerin tekfir takıntısı
Geçtiğimiz hafta sosyal medyada sergilenen bir fotoğraf listesine rastladım. Fotoğrafların altında şöyle bir ifade yer alıyordu: “İşte kendilerini âlim olarak tanıtan İslam düşmanları, sakın onların tuzağına düşmeyin.” Bir kişinin savunduğu düşünceye katılmayabilir ve bunu açıkça belirtebilirsiniz ama ateşin sokağımızı, hanemizi ve yüreklerimizi yaktığı, düşmanın bize ait diyebileceğimiz hiçbir şeyi bırakmayıp işgal ettiği bir dönemde bu insanları tekfir etmenin, bize imani, insani ve toplumsal hangi noktada katkısı olabilir? Asli konularda birleşiyorsak, yorum ve içtihat farklılıkları bizleri ayrımcılığa, tekfir hastalığına fitneye sürüklememelidir diye düşünüyorum. Fakat ne yazıktır ki, yüzyıllardan beri maruz kaldığımız tekfircilik ve tefrikacılık hastalığı ümmetin birliğini bozan ve Müslümanları zorbaların oyuncağı haline getiren bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Dikkat ediyorsanız bu hastalığa yakalananlar ilmi derinliği olmayan, aklını kullanmak yerine güç atfettikleri kişileri körü körüne taklit eden, şuursuz, slogancı kişilerden oluşuyor. Bu insanlar ötekilerle ilişkilerini mezhep ve fırka üzerinden kuruyor ve ötekileştirdikleri kişilere karşı kin ve nefret kusarak fitneyi ateşliyorlar. Onların tek temennisi, mensubu oldukları cemaat ya da grubun münazarada rakibini alt edip başı çekebilmesi. Hiçbir bir ilmi derinliği olmayan bu kimseler Kur’an’ın ilkelerini hiçe sayarken intisap ettikleri kişilerin ifadelerini sorgulamadan kabul eder ve fanatik hale gelirler. İslam bizlere Kur’an ve sünnet ekseninde bir araya gelmemizi emrediyor, tefrika hastalığına yakalanan Müslümanlar ise, mezhep, meşrep ve cemaat ayrımcılığına düşerek birbirlerini hasım ilan ediyorlar…
ABD Neoconlarının öncüsü Bernard Lewis’in Müslümanlar aleyhine hazırladığı 1970’lerden sonra da piyasaya sürdüğü planı ne yazık ki, bilinçsiz kitleleri etki altına aldı. Kulaktan dolma bilgilerle yetinen fertler etnik ve mezhepsel çatışmalar üzerinden birbirlerine vurarak düşmanın ekmeğine yağ sürmeye başladılar. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte Lewins’in Müslümanlar aleyhine hazırladığı senaryosu yelpazesini daha da genişleterek yayılmaya başladı. Lewis 1992 tarihinde “Ortadoğu’yu Yeniden Düşünmek” adlı makalesinde Ortadoğu’da Lübnanlaşma sürecine vurgu yaptı ve Müslüman halkları bölmenin tek yolunun etnik ve mezhep çatışmalar olduğuna işaret etti. İlginçtir mahallemizin cahil ve bilinçsiz insanları bir asır önce yazılan o karanlık senaryonun gönüllü oyuncusu oldular ve kardeşlik halkasından yavaş yavaş kopmaya başladılar. Hz. Peygamber yaşamının sonuna kadar birey ve toplumları bilinçlendirmek ve onları adalet eksenine çekebilmek için çaba göstermiştir. Zira bilinçli Müslüman ile bilinçsiz kitleler aynı değildir. Bilinçli Müslüman duyduğunu, gördüğünü körü körüne taklit etmez, futbol sahalarında birbirlerine şiddet uygulayan taraftarlar gibi insanları ötekileştirip kin ve nefret kusmaz. Kendisine bir malumat ulaştığında bunun doğrulunu, Kur’an ve sünnete uygun olup olmadığını araştırır ve itidal çizgisinden uzaklaşmaz. Bilinçli Müslüman’ın referansı Kur’an ve sünnettir. Bilinçsiz kitlenin fertleri ise kutsallık atfettikleri kişi, araç ya da olayları sorgusuz sualsiz taklit eder ve eşyanın kulu haline gelirler. Rabbimiz bizleri bu tür tehlikelere karşı uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız da rüzgârınız-gücünüz gider. Sabredin şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal, 46). Rabbim bizleri fitne ve tefrikadan korusun ve İslam sancağı altında bir araya gelmeyi nasip etsin…(Âmin.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.