Çağdaş Battal Gazi (2)
Çağdaş Battal Gazi, bir gün geldi ve kapıdan girerken selamdan sonra, “Bana bir hafta içinde ‘İslam İlmihali’ yaz” dedi.
Ben de ona, “Ben değil merhum Ömer Nasuhi Bilmen hoca olsa yine yazamaz bir hafta içinde. Benim yazdığım ‘İman ve Altı Şartı’ isimli kitabımla ‘İslam’ın Beş Şartı’ isimli eserimi birleştirelim, ilave olarak ‘Otuz iki Farzı’ da ekleyelim” dedim.
“Tamam, kâğıt parası benden baskı parası senden on bin adet basılsın” dedi.
Üç bin adet de 52 hutbeyi içeren bir hutbe kitabının baskı masrafını değerli bir yayıncımız üstlendi, Mustafa’ya teslim edildi.
Hutbe kitaplarını o devlete otobüsle giden yolculara birer paket vererek sokmasını başarır.
İlmihal kitabını gümrükten geçirirken, haddinden fazla gümrük vergisi isterler.
Paranın olmadığını bahane eder, gümrük deposuna kitapları koyarlar.
Deponun neresine koyulduğunu öğrenir ve o devletin başkentinin emniyet müdüründen aklı ve bileği sağlam bir hırsız ister.
Müdür, o özelliklere sahip bir hırsız gönderir.
Mustafa, hırsızı arabaya alır, gümrüğe getirir, kitapların olduğu yeri gösterir.
“Bu kitapları başkente getirirsen sana bin dolar” der.
Hırsız da bir gün içinde kitapları Mustafa’ya teslim eder.
Mustafa da bu kitapları parasız dağıtır.
Bir gün evine gittim. Evin alt tarafında arabamı koyacak bir yer buldum, tam arabamdan inerken kendi kendini otopark görevlisi tayin eden biri geldi, “Beş yüz bin, hacı abey” bu günkü parayla beş lira dedi. Ben parayı vermek üzere iken Mustafa’nın evini sordum, “Haaa Mustafa abeyin misafiri isen para almam” dedi ve almadı.
Biz Mustafa beyle saatlerce kaldık, lokantadan yiyecek getirtti, lokantacıya ödeyeceği paradan biraz fazlasını garsona bahşiş olarak verdi.
Mustafa’dan sipariş geldiğinde garsonlar, götürme yarışına girerlermiş.
Beni uğurlamak için çıktığında otopark görevlisinin cebine de beş milyon, bu günkü parayla yirmi lira koyuverdi. Değnekçi de işini biliyor.
Komünistlikten yeni kurtulan ülkenin üst düzey bürokratlarından biri Türkiye’ye geldiğinde anlattı: “Bir gün bizim başkentte oturuyoruz. Bir Türk doktor parasızlıktan şikâyet etti. Mustafa ona sünnet yapabilir misin? diye sordu. O da, ‘Evet’ deyince bir araba kiraladı, bir davulcu, bir zurnacı buldu ve ‘Bütün köyleri gezeceksin parasız sünnet yapacaksın, çocuk başı on dolar’ dedi. O yıl dört bin beş yüz çocuk sünnet etti” diye anlatmıştı.
Sahip olduğu bütün servetini bağlı olduğu İslâmi bir kuruluşa bağışlayan cömert insanları da tanırım ama onlar, kendi kuruluşunun dışından bir İslâmi kuruluşa bin lira bile vermezler. Akrabalarının fakirlerini bile ihmal ederler.
Mustafa çok yönlü hizmet eden bir kahramandı.
Hastane ziyaretimde bana, “Miraç Gecesi’ne on beş gün var. Şöyle otuz iki sayfalık bir broşür hazırlasan, kâğıdı benden baskısı Cantaş’tan olmak üzere bana iki bin adet basıversen” dedi.
“Hemen” dedim ve daha önceki hazır yazılarımı düzene koyup tam baskıya geçeceğimizde Anadolu Gençlik Derneği de haber almış, on bin adet de onlar istedi ve o sene Miraç Gecesi öncesi dağıtıldı.
Mustafa, iki bin adet kitabı, hastanede teslim alınca Miraç Gecesi’nin gündüzünde hastanede yatırken, hastanede o gün bulunan başhekim, doktorlar, hemşireler, diğer hizmetliler, hastalar ve hasta refakatçilerinin sayısını tespit ettirmiş ve İstanbul’un en ünlü baklavacısından 280 kilo baklava getirtip güzel bir ambalaj içinde Miraç Gecesi hediyesi olarak bir kitapçıkla beraber bir paket baklava hediye etmiştir.
“Varmış da vermiş” demeyin. Sizin olsaydı bunu düşünebilir miydiniz?
Kaç tane zenginimiz, böyle bir şeyi bu güne kadar yapmıştır?
Ziyaretine gelen bir dostunun fırıncı olduğunu bildiğinden ekmeğin maliyet fiyatını sorar ve az bir kârla doksan bin ekmeği peşin satın alır. Ramazanda her gün üç bin ekmeği fakirlere dağıttırır.
Bir gün kendisine, “Bu parayı nereden bulursun, kimseden de istemiyorsun?” dediğimde, “Ben paradan kaçarım, bir başka yere giderim ben oraya varmadan para oraya varır ve ben varırken bana sırıtır. Ben de alır alır dağıtırım” dedi nasıl kazandığı konusunda da bir tane de örnek veriverdi. O, ticari kafasını hep Kur’an hizmetine kullandı.
Ülkenin en zenginleri parasız yaşayıp gidiyorlar. Televizyondan, “Ben hiç para taşımam” diye de hava atıyorlar. Lokantada yemek yese lokantacı para almıyormuş. Tıraş olsa berber para almıyormuş. Cepte de para taşımıyorlarmış.
Mustafa, berbere verdiğinin biraz fazlasını berber çırağına veriyordu.
Evinde Halil İbrahim sofrası hep açık olurdu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.