Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Nereden Nereye Geldik

Nereden Nereye Geldik

Televizyonun evlerimize ilk girdiği yıllara ait hikâyeler anlatılır. Rivayete göre karşı cinsle ilişkilerini İslam’ın öngördüğü çerçevede sürdüren ninelerimiz ekranda hareket eden insan görüntüleri ile karşılaşınca, başlarını örtüp, yüzlerini çevirir ekrana bakmamaya özen gösterirlermiş. O günlerde İslami hassasiyet taşıyan kimseler kültürel değerlerimizle örtüşmeyecek görüntüler sergileyen bu aracı evlerimizin mahrem alanlarına kadar sokmanın dinen caiz olup olmadığını tartışmışlar. Fakat miadının ilk günlerinde kültürel dokumuza yakın içeriklere ağırlık verilerek bizleri bir nevi adapte sürecine tabi tutmuşlar. Nitekim zaman her şeyi altüst edecek ve ilk günler başlarını arkaya çeviren ninelerimiz, bu kara kutuya bağımlı hale geleceklerdi, öyle de oldu.

Televizyonun tek kanallı sistemle çalıştığı dönemlerde, insanlar hoşça vakit geçiriyoruz bahanesiyle programları büyük bir titizlikle takip ediyor ve burada lanse edilen hayatlara özeniyorlardı. Ve yıllar su gibi akıp gitti, çok kanallı yayınlar, internet ve sosyal medya derken hayatımıza giren bu araçlar bizim kişiliğimizi, kimliğimizi ve bakış açımızı şekillendiren, değiştiren ve hatta yönlendiren bir güç haline geldi. Eskiden çocuklarımız annelerinin bilgi, birikim ve nasihatleri ile büyürlerdi şimdilerde ise bu işi annenin yerine geçen rol modeller yapıyor. Çocuk annenin yanında büyüyor fakat onun varlığını bir türlü hissedemiyor, onunla yakınlık kuramıyor.

Kapitalist sistem bizleri bilinci körelmiş tüketim nesneleri haline getirdi. Bizler dizilere ve eğlence programlarına odaklı yaşayıp hoşça vakit geçirdiğimizi düşünürken, zihnimize gönderilen mesajlar, davranışlarımızı ve tüketim şeklimizi şekillendirmeye başladı. Giyim tarzımızı, yeme içme adabımızı, insanlarla ilişkilerimizi bize ekranlarda sunulan modele uydurarak sisteme entegre olmaya başladık. Zaman geçtikte bu araçlara o kadar bağımlı hale geldik ki, televizyon, internet, cep telefonu  olmazsa olmazlarımız arasında yer almaya başladı. Yani bunu asla yapmam dediğimiz her şeye alıştık alıştırıldık…

Doksanlı yıllarda bir tesettür mağazasının hazırladığı defileye karşı yapılan yorumları ve gösterilen tepkileri hepiniz hatırlarsınız. Tesettürün kadını koruyan bir değer olduğunu dolayısıyla modaya alet edilemeyeceğini savunup tepkilerini sert şekilde dile getiren dindar kesim karşı cenahın dikkatini çekmişti. Peki, sonra ne oldu? Sonra tesettürü kadını koruyan bir değer olarak değil, onun cinselliğini öne çıkaran ve cazip hale getiren unsur olarak gören bir anlayış ve bu anlayıştan beslenen bir sektör ortaya çıktı. Medyada daha çekici olabilmek için birbirleri ile rekabete giren sözde başörtülü kadınlar, biz buradayız mesajı vermeye ve kedilerini model olarak göstermeye devam ettiler. Dişilikleri ile öne çıkan bu hanımları artık yaşamın tüm alanlarında görmeye başladık. Evet, onlar sorduğunuzda tesettürü savunuyorlardı fakat temsil ettikleri tesettürün kadını koruyan ve ona muhteremlik katan tesettürle uzaktan yakından alakası yoktu. Peki, ne yaptık? Tesettürü modanın bir parçası olarak görmeye ve kapitalist sistemin hizmetkârlığını yapmaya devam ettik.

Yılbaşı programları gündeme ilk geldiği günlerde insanlarımız, “Bu Hıristiyanların bayramı, biz buna alet olamayız” deyip tepkilerini ortaya koyup o fotoğrafın içinde yer almamak için çaba göstermekteydiler. Fakat bugün yediden yetmişe herkes yılbaşı programlarına iştirak ediyor, resmi tatil ilan edilen yılbaşında insanlarımız çocuklarına Noel baba hikâyeleri anlatıyor, fahiş alışverişler yapıp Hıristiyanlara taş çıkartacak görüntüler sergiliyor. Oysa Resulullahın bu konudaki tavrı gün yüzü kadar nettir: “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o onlardandır.”

Bugün düşünme, soru sorma yetisini kaybetmeyen bazı Müslümanlar, “Nasıl oluyor da İslam coğrafyasında akıl almaz işgal ve katliamlar gerçekleşiyor? Müslümanlar neden zulme karşı sessiz kalıyorlar?” diye soruyor ve makul bir cevap arıyorlar. Oysa bizler savaşı, kültürel değerlerimizden taviz vermeye başladığımız gün kaybettik. Zira kendi kimliğine, kültürüne ve değerlerine yabancılaşan bir toplum düşmanın maiyeti altına girmeye ve mağlup olmaya mahkûmdur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi