Bir “karışıklık” var ama, nerede?
“Türkiye” mi karışık, “kafa”lar mı karışık, yoksa birileri; bilerek veya bilmeyerek “Türkiye’yi karıştırmak” mı istiyor, anlayabilmiş değilim... Ama “fotoğraf”a bakınca, “ipin ucundan tutanlar”ın; o ipi kendilerine doğru çekiştirdiğini ve sürekli “gerdiğini” görmemek mümkün değil!.. Öylesine “geriliyor” ki ülke; korkarım, bir gün “çaatt” diye kopacak bir yerinden!..
Kimbilir, belki de bütün çabalar bunun içindir!..
Önce, “kafa karışıklığı”na bir örnek verelim: Kısa adı “TAPDK” olan Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu bir “yönetmelik taslağı” hazırlamış...
O taslakta denilmiş ki;
“Alkollü içki reklamları, sinema salonlarında gösterime sunulan ve çocuklar ile gençlerin yoğun ilgi gösterebileceği nitelikteki sinema eserlerinin gösterim öncesinde, sonrasında veya gösterim aralarında yayınlanamaz.(...)
Dünya Sağlık Örgütü’nün kabulleri kapsamında, 15 ile 24 yaş arası dönem içinde bulunan kişi genç tanımına girer.”
REKLAMDAN ETKİLENMEZ, ÖRTÜDEN ETKİLENİR!
İşte bu “yönetmelik taslağı”na karşı çıkan “kartel yazarları” diyorlar ki;
“18 yaşındaki bir genç, ülkenin kaderini belirlemek üzere sandığa gidip oy kullanabiliyor. Doğru olan da bu. Ülkenin kaderini belirleyecek yaştaki insana içki tercihi konusunda neden ‘aman etkilenir’ mantığıyla yaklaşılıyor.”
Sözünü ettiğim “kafa karışıklığı” işte bu!..
Eğer kafaları karışık olmayıp da insanımızla barışık olsalardı;
“18 yaşındaki bir genç”in sadece “oy” kullanıp “ülkenin geleceği”ni etkilemediğini, aynı zamanda “evlilik” kararı verip, “kendi geleceğini” etkilediğini!..
Ama!..
Ama, “oy” kullanma ve “evlilik” kararı verirken son derece “özgür” olan gencin, meselâ “giyim-kuşam” konusunda hiç de özgür olmadığını hiç görmüyor bay kartel yazarı!..
Bunun yerine, diyor ki;
“18 yaşında bir gence, ‘Sandığa git, ülkenin geleceğini şekillendirecek partiyi, milletvekilini seç’ diyoruz. Doğru da yapıyoruz.
Peki aynı genç için, ‘Sinemada reklamı izler, alkolik olur’ diye neden endişeleniyoruz.
Sandıkta en doğru kararı verebileceğini düşündüğümüz gençleri, içeceklerini belirleme konusunda neden özgür bırakmıyoruz?”
Görüyor musunuz “kafa karışıklığı”nı?..
“İçki”ye gelince, bütün gençler özgür olsun!.. Ama “başörtüsü”ne gelince, yassah!..
“18 yaşındaki genç özgürce içki içsin, televizyondaki içki reklâmını izlesin ama üniversiteye örtüsüyle gidemesin!..”
O niye?..
“Aman, etkilenirler!..”
Kimler etkilenir?..
“Başı açık”lar!..
Görüyor musunuz “kafa”yı!?!
Adam; “içki”ye ve “içki reklâmı”na gelince;
“Korkmayın, gençler etkilenmez” diyor ama “üniversiteye başörtülü gitmek isteyen genç kız”a “hayır” diyor!..
“Aman gitme!.. Başı açıklar etkilenir!”
Tükürürüm böyle “kafa”nın içine!..
DTP, BİRAND VE GENELKURMAY
Madem “kafa karışıklığı” dedik, öyleyse devam edelim örnek vermeye...
Önceki akşam, herhalde izlemişsinizdir M. Ali Birand’ın “32. Gün”ünü...
Malûm;
“TRT’yi soyup soğana çevirmek”ten sabıkalı M. Ali Birand, şu anda Kanal D’de program yapıyor!..
“Yatağa attığı kadını dövmek”le ünlü Ali Kırca da Show TV’de!..
Önceki gece, her ikisinin de, aynı saatlerde programı vardı... Ben, yalnızca Birand’ın programını izledim... Çünkü, “PKK, terör ve DTP” konuşuluyordu...
Programın konuklarından Hasan Celal Güzel, DTP milletvekili Hasip Kaplan’ın sözlerine son derece öfkelenmiş olmalı ki; bir ara kendini tutamayıp, Kaplan’a bağırdı:
“Siz katilsiniz!”
Bu sözün sarfedildiği bölüm, şöyle gelişti:
¥ Güzel: Siz teröristlerin TBMM’deki temsilcisisiniz... Türkiye’yi bölüp parçalamak istiyorsunuz. Sizde bir parça utanma olsa, her türlü eylemi yapıp halkın karşısına zemzemle yıkanmış gibi çıkıp demokrasiden bahsetmezsiniz.
¥ Kaplan: Ben mi bok yedirdim yurttaşlara, ben mi 4000 köyü yaktım?..
¥ Güzel: Siz teröristsiniz, katilsiniz... 70 milyon böyle düşünüyor. Sizler Türk’üyle Kürt’üyle Türkiye’nin başının belâsısınız... Türkiye’nin katillerisiniz siz.
Tansiyon daha da yükseliyordu ki; “Birand’ın yardımcısı” pozisyonundaki Rıdvan Akar girdi söze...
Hasan Celal Güzel’e dedi ki;
“Sayın Güzel!.. Siz kime katil diyorsunuz?..
Karşınızda seçilmiş bir siyasetçi var!..”
Ben, olayın “kim haklı, kim haksız”ında değilim... Ben, sadece; “Genelkurmay’ın muhatap kabul etmediği DTP’liler”in, “Birand’ın programına konuk edilmeleri”ne dikkat çekmek istiyorum!..
Düşünebiliyor musunuz;
Genelkurmay, DTP’lileri “muhatap” kabul etmiyor, komutanlar; sırf “DTP’liler var” diyerek Meclis’e bile gitmiyorlar ama... Aynı DTP’liler, “Birand’ın programına konuk” oluyorlar!..
Hayır, “olsunlar veya olmasınlar”ı da tartışmıyorum..
Dikkat çekmek istediğim husus şu:
Genelkurmay'ın "muhatap" kabul etmedği bir DTP milletvekili, M. Ali Birand tarafından "muhatap" kabul ediliyor!..
Bu durumda; düz bir mantıkla şöyle düşünülebilir:
"Benim muhatap almadığım insanları, kalkmış sen muhatap alıyorsun!.. O halde, bundan böyle seni de muhatap kabul etmiyorum!"
Bunu diyebilir mi Genelkurmay!?!..
Diyemez!.. Daha doğrusu, demiyor!..
Birçok kişi, gazete ve televizyonu "akredite" kapsamı dışında bırakan Genelkurmay; M. Ali Birand'ı hemen her "resepsiyon"una davet ediyor, iyi mi?..
Bu durumda, ben de düşünüyorum;
"Asker dostu" olan kimdir, "ordu düşmanı" olan kim?!?..
Kafam, karmakarışık!..
HALKI ASKERLİKTEN SOĞUTAN KİM?
Sadece bu da değil... Manisa'dan dün gelen bir haber, iyice karıştırdı kafamı.
Haber şöyleydi:
“Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayı’nda dün düzenlenen yemin töreni için kışlaya gelen bazı asker yakınları, başörtülü oldukları gerekçesiyle nizamiyeden içeri sokulmadı. İçeri sokulmayan asker yakınları, İzmir Caddesi üzerindeki tel örgü arkasından yemin törenini izlemek zorunda kaldı.
40 yaş üzerindeki bayanlar başörtülü olarak nizamiyeden alınıp törene kabul edilirken, yaşı 40'tan küçük olanlara “Başınızı açmadan içeri giremezsiniz..” denildi. Bu sebeple birçok başörtülü asker yakını töreni izleyemedi.
İçeri alınmayan asker yakınları İzmir Caddesi üzerinde tören alanını gören bir bölgede tel örgüler arkasından içerideki asker yakınlarını izlemek zorunda kaldı.”
Peki, bu olayın müsebbibi kimdi?..
Yine o komutan!..
Hani, şu "29 Ekim'deki rezalet" vardı ya, işte o rezalete imza atan komutan!..
Hele hatırlayın o olayı:
¥ "Manisa Belediye Başkanı Bülent Kır, başörtülü avukat eşi Selma Kır ile resepsiyona gelince, Manisa Birinci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı ile İl Jandarma Alay Komutanlığı'ndan Cumhuriyet balosuna katılan üst düzey rütbeliler, eşleri ile birlikte salonu aşamalı bir şekilde terk ettiler.
1. Er Eğitim Tugay Komutanı Tuğgeneral Naim Babüroğlu ile birlikte İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Mürsel Şahin ve 1. Er Eğitim Tugay Komutanı ile İl Jandarma Alay Komutanlığı'ndan oluşan 15 kişilik grup, saat 19.55'te salona Belediye Başkanı Bülent Kır'ın başörtülü eşi Av. Selma Kır ile birlikte girince, birbirlerinin yüzlerine bakan askeri erkânda hareket görüldü...
Önce alt kademedeki albay, yarbay ve binbaşı seviyesinde askeri erkân eşleri ile birlikte kapıdan ayrılırken, daha sonra da komutanlar salonu terk etti."
İşte bu komutan, dün de "askerlerin anaları"nı, "eş"lerini ve "bacı"larını almamış "yemin merasimi"ne!..
Evet, sırf "başörtülü" oldukları için!..
Biliyorsunuz;
"Başörtülü analar"ın evlâtları "PKK ile çatışmada şehit düştükleri" zaman, komutanlar hemen "şehit cenazesi"ne gider ve anasının "başörtülü" olup-olmadığına bakmadan elini öper, anayı teskin etmeye uğraşır!..
Ama, aynı başörtülü ana, "oğlunun yemin töreni"ne geldiğinde, bir "utanç duvarı" gibi "tel örgüler" dikilir karşısına!..
Dünkü manzara aynen böyleydi:
"Başörtülü ana" ile "asker oğlu"nun arasına "tel örgüler" girmiş ve analar, oğullarının yemin törenini, ancak "tel örgüler arkasından" gözleri yaşlı izleyebilmişlerdi!..
Pardon!.. Pardon!..
"Bütün analar" değil, "başları açık ana"lar rahatlıkla alınmıştı içeri!..
"Başörtülü" anaların da, "40 yaşın üstü" olanlarına problem çıkarılmamış!..
Ama, "40 yaşın altında" olanlara, "yasak" demişler, "Siz, tel örgülerin arkasına gidin!"
Bu "40 yaş" meselesinde bir incelik mi vardır, bir tılsım mı vardır, bilemiyorum...
Malûm, "İsrail askerleri" de, Mescid-i Aksa'da namaz kılmak isteyenlerin yolunu kesiyor ve sadece "40 yaşın üstündekilere" izin veriyor!..
Dedim ya, 40 yaşın esbab-ı mucibesi nedir bilmiyorum... Ama şunu biliyorum:
"Askerin tavrı"na yönelik bir eleştiride; hemen "Halkı askerlikten soğutma" silâhını burnumuzun dibine dayayanlara sormak lâzım:
"Bir anaya; oğlunun yemin törenini tel örgüler arkasından izletmek, halkı askerliğe ısıtır mı?!?"
BENİM KAFAM NET, ÇÜNKÜ!
En başta dedim ya;
Ya "kafa"lar karışık, ya da birileri bilerek veya bilmeyerek "Türkiye'yi karıştırmaya" çalışıyor!..
Kimbilir, belki de, herkesin kafası net ve berraktır da, benim kafam karışıktır!..
Ama hayır... Benim kafam karışık değil!..
Çünkü ben;
"Ülkemi ve insanımı çok seviyorum!"
"Başı açık" olanlarını da, "başı kapalı" olanlarını da!.. "Kürt"leri de seviyorum, "Türk"leri de!.. "Laz"ları da seviyorum, "Arnavut, Çerkez ve Gürcü"leri de!..
Peki, ya onlar?!?..
==============
Onu öyle demezler!
"Çiçek sulamak" ile "beyni sulanmak" arasında doğrudan bir ilişki var mıdır, bilmiyorum... Ama, gördüğüm şu: "Çiçek sulayanlar"ın çoğunun beyni "bacak arasında" olmalı ki, "sözleri hatırlamak"ta hayli zorlanıyorlar ya da birbirine karıştırıyorlar!.. Meselâ, "davul zurna az" diyeceklerine "sivrisinek az" filân diyorlar!..
Hürriyet'in "Saldır Co"larından biri de karıştırmış "atasözü"nü... "Köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak" atasözünü, tutmuş "Burası değneksiz köy değil" diye yazmış!.. Artık, ne demekse!..
Belki de ,"kasıtlı" değiştirmiştir...
Öyle ya, "doğrusunu" yazsa; "Ben bu köyün köpeğiyim!.. Artık değneksiz dolaşamazsınız!" gibi bir anlam çıkacak!..
Ama o zaman da "köpek"liğini itiraf etmiş olacak!..
Kimbilir, belki de "Ertuğrul'a saygısı"ndan dolayı öyle yazmıştır!.. Çünkü Ertuğrul, bir yazısında, "Ben bir tarassut köpeğiyim" demişti!.. Ertuğrul'un "tarassut köpeği" olduğu bir gazetede, "ikinci bir köpeğin çok olacağını" düşünmüş olmalı ki; "köpek" olmak yerine "değnek" olmayı tercih etmiş!..
Ama yanlış yapmış!.. Çünkü "tarassut köpeği"nin görevi farklı, "Saldır Co"nun misyonu farklı!..