Öğretmen Sorunu 6
Maalesef Milli Eğitimin en büyük sorunlarından birisi de iyi öğretmen yetiştiremiyor olmasıdır.
Cumhuriyet, kendi dönemini başlatırken tutunacağı tek dal öğretmenler olduğunun farkında idi.
Çünkü millet ile bağı kopmuştu. Milleti, elinde sopa, cebir ve şiddetle, vura vura İslam medeniyetinden zorla koparıp Batı medeniyetine sürme ve kabul ettirme çabasında idi.
Bunu gayet kolay yapabilirdi. Çünkü milletin savaşlarda anası ağlamıştı. Direnecek gücü kalmamıştı. Ya bu diyardan gidecek, ya bu zulmü çekecekti. Sefere tahammülü yoktu. “Ya sabır” çekti haliyle. Yıllarca zalim idareciler altında sessizce kendi dünyasına çekildi.
İşte tam da böyle bir ortamda onların evlatlarına Batı medeniyeti ve yaşam biçimi sanki yeni dinleri immişçesine anlatılıp benimsetilmeliydi. Bu yeni nesli böyle yetiştirme görevi öğretmenlere verildi. Emir açıktı:
“Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır”.
Bunun için önce bu yeni Türk’ün yeni dinini benimseyen öğretmenler yetiştirilmiş ve onlara iyi de maaş verilmiştir. Burada öğretmenin nitelikleri önemli değildir. Zira bilgi bakımından Osmanlının son dönem maarifi de iyidir. Asıl nitelik yeni düzenin benimsenmesi ve öğretilmesidir.
Cumhuriyetin başında bu yüzden iyi öğretmenler görürüz. Bunların bir kısmı rejimle çatışmamak için yıllarca köylerde veya tenhalarda kendilerini gizlemişlerdir. Nice öğretmenler ilim ve hikmetlerini gizlemiş, başlarında şapka, halk meclislerinden uzak, tenhada sırlarını yaşamışlardır. Ama şehirlerde bu çok zordur. Zira Halk Evlerinde her zaman balolar, danslar, müsamereler, özel hayata hep suikast düzenlemişlerdir.
Biz İmam Hatipler bu konuda büsbütün şanssızızdır. Zira devletin bizi okutacak öğretmeni bile yoktur. Onu yetiştirecek fakültesi yoktur. Önce Osmanlı bakiyesi, sonra da sağdan soldan toplama öğretmenler. Okuyacak ders kitabı bile yok. Her taraf mahrumiyet!
Sonra çoğalan ihtiyaç ve aynı zamanda azgınlaşan ideolojik çatışmalar dönemi geldi. Biz öğretmen olacak öğrencilerdik ama bizi yetiştirecek kadro da sorunlu idi. Yüksek İslam Enstitüsünde kadrolar Milli Eğitimin atamasıyla teşekkül ederdi. Bana öyle geliyor ki bir haylisi de istihbaratçıydı. Yoksa öyle insanlar vardı ki, onların oralarda öğretmenlik yapması mümkün değildi.
Fakat en büyük felaketi benim mesleğe başladığım zamanlarda gördük. Kısa dönemlerde el değiştiren sağcı ve solcu iktidarlar, üç ayda öğretmen yetiştirmeye kalkıştılar. Üç ayda kabak bile yetişmezken, bilgi yerine ideoloji yüklenmiş fanatikler, milletin başının belaları oldular! İlim irfan yuvaları anarşi ve terör yuvaları oldu.
Biz yıllarca öğretmenlik formasyonu aldık, ilgili dersler okuduk. Elin adamı ya üç ayda, ya da mesela ziraat mühendisliği gibi alakasız mesleklerde okuyup iş bulamayınca öğretmen oldu. Bilgi yok, ahlak yok, erdem yok, fedakârlık yok, sorumsuzluk ise maalesef çok. Öğretmen artık örnek olamıyor. İdeolojik çılgınlık da işin içine girince, bu meslek iyice öldü.
Şimdi ise etliye sütlüye karışmayan, ücretinden başka bir kaygı taşımayan, dersi biter bitmez eline kitap kalem almayan, gemisini kurtaran kaptanlarla doldu okullar. Başlarında da partiye yakın bir adam bulup koltuğu kapmış idareciler, fotoğrafı tamamlıyorlar.
Zaman zaman halk ihtiyaç duyarsa, “Vatan, millet, sakarya, devlet, beka, medeniyet, kutsal dava” gibi yer yer hamaset de gerek olursa, onu da en iyi bir şekilde yapan bir başkan var çok şükür! Konuştuğu zaman bütün medya da emrinde! Eh, demek ki her şey yolunda!
Nedir bu kutsal dava ve hangi yetişmiş kadrolar eliyle yürütülüyor?
Kendimizi kandırmayalım. Derin gafletten uyanalım. Artık görev verelim; Milli Eğitim Bakanlığına öncelikli gereken, gerçekten “milli” olmak ve bu amacını gerçekleştirecek iyi yetişmiş “millî öğretmenler” yetiştirmektir.