Yeniden seçim olsa ne olur?
31Mart yerel seçimlerinde İstanbul sonucunun kabul edilmesi AK Parti açısından çok zor elbette ama bunu kabul etmemenin doğuracağı sakıncalar da küçümsenecek gibi değil. Dolayısıyla iktidar partisi içinde bu konuda gösterilecek tutum konusunda seçim gecesinden itibaren farklı yaklaşımların ortaya konulmuş olması normal. Buna bakarak “AK Parti’de farklı kanatlar var” tespiti yapmak doğru olmaz.
Parti içinde farklı çıkarları temsil eden kanatlardan ziyade politika anlayışı olarak -uluslararası ilişkiler literatüründeki anlamıyla- “idealist-realist” bakış açıları farklılaşması olduğunu ileri sürmek de abartılı olur. İşin aslı, bugün aşırı merkeziyetçi bir anlayışla yönetilen -ve ülkeyi de aynı anlayışla yönetmeye çalışan- iktidar partisinde farklı kanatlardan söz etmek yerine belirli somut konular hakkında farklı tavır önerileri ortaya çıkabileceğinden söz etmek daha mantıklı. Zaten bu anlamda Tayyip Erdoğan’ın zihninde de “iki ayrı kanat” olduğunu görmek zor değil.
Erdoğan bilhassa ekonomi ve dış politika gibi toplum üzerindeki etkileri hayati olan -ve üstelik hızlı ve somut biçimde görülebilen- iki hassas sektördeki icraatıyla bunu hep gösterdi. Şartlara göre bazen “idealist” bazen “realist” olarak görülen tavırlar aldı. Bir genelleme yapmak gerekirse, toplumdaki ideolojik-kültürel bazlı taleplere cevap vermek ve bilhassa son zamanlarda kendi kitlesini konsolide edebilmek için “idealist” olarak görülen adımlar atarken devlet gemisinin yüzdürülmesi bağlamında “realist” çizgiden pek ayrılmadı. (İsterseniz realist kelimesini pragmatist diye de okuyabilirsiniz.)
Ancak bugün gelinen noktada -dikkat ederseniz, tırnak içinde kullandığım- bu “idealist” ve “realist” terimleriyle ve bu bağlamdaki diyalojiyle açıklanması zor bir problem var iktidar partisinin önünde. İstanbul seçimi siyasi sonuçları itibarıyla çok önemli elbette ama “rakiplerimiz hile yaptığı için seçimi kaybettik” iddiası da fazlasıyla ciddi sonuçlar doğurabilecek bir kırılganlık taşıyor. Geçen gün de yazdım ama tekrarlamakta fayda var: Bütün diğer problemler bir yana, tek başına seçim gecesi Anadolu Ajansı’nın yaptıkları bile AK Parti adına bir mağduriyet iddiasının toplumda karşılık bulmasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla AK Parti’nin yeniden bir seçim yapılması durumunda oylarını artırma ümidi beslemesi gerçekçi değil.
***
Diğer taraftan, çözümü 31 Mart’a endekslenmiş veya ele alınması 31 Mart sonrasına ertelenmiş birtakım ciddi problemler de var. En başta ekonomi. Gıda ve enerji başta olmak üzere bir dizi tüketim kalemindeki fiyatları baskılandırma politikasının daha fazla sürdürülmesinin mümkün görünmediği ortada. Nitekim bu hafta yavaş yavaş zam haberleri çıkmaya başladı. Daha da önemlisi dövizin artışı ve borsanın düşüşüyle kendini gösteren finansal zafiyetler. Mevcut finans sisteminin olmazsa olmazı olan dış sermaye girişinin azalması ekonomi çevrelerinde alarm işareti olarak görülüyor. Seçim sonrasında açıklanan yeni paket de böylesi bir mecburiyet altında daha fazla kemer sıkmaya yönelik bir program olarak değerlendiriliyor zaten.
Netice itibarıyla, toplumdaki hukuk ve demokrasi hassasiyetinin doğurabileceği refleksin yanısıra ekonomide hızla kötüleşen şartlar altında İstanbul’un yeniden bir seçime götürülmesinin nasıl bir sonuç vereceğini kestirmek zor sayılmaz. Elbette muhalefet cephesinin yeniden seçim kararı çıkması halinde bunu boykot etme eğiliminde oluşu bundan bile daha olumsuz bir senaryonun habercisi. Ancak yeniden yapılacak seçimin vatandaş üzerinde hem duygusal olarak hem de maddi şartların etkileriyle olumlu bir karşılık bulacağını düşünmek hiç kolay değil. Seçimin ikinci defa yapılması durumunda farklı bir neticenin alınması da iktidara “sürdürülebilir bir siyasi rahatlık” veremez zaten.
***
Ekonomide yaşanan sorunların paralelinde dış politika sorunları olduğunu da kısaca hatırlatmakta fayda var. Türkiye’de hem finansal işleyişin sürdürülmesi hem de güvenlik problemlerine karşı koruma mekanizmalarının çalıştırılması uluslararası ilişkilerden bağımsız ele alınabilecek konular değil. Bu noktada son zamanlarda Avrupa ülkeleriyle ve ABD ile yaşanan gerginliklere mukabil Rusya ile gelişen ilişkiler önem arz ediyor. Ülkemizin “daha bağımsız” bir dış politika izleyebilmesi muhakkak ki her vatanseverin arzusudur. Ancak Türkiye’nin Batı blokundan uzaklaşıp Avrasya seçeneğine yönelmesi diye tarif edilen bir politikanın mevcudiyeti bile şüpheli. Çünkü bunun maddi ve rasyonel bir zemini yok. Zaten Putin’in de bizim blok değiştirmemizden en ufak bir ümidi olsaydı füze satın aldığımız Rusya’ya domates satmakta güçlük çekmememiz gerekirdi.
Keza Suriye’de bile iki ülkenin çıkar öncelikleri arasındaki çelişkiler giderilebilmiş değil ki dış ticaretimizin yarısını gerçekleştirdiğimiz AB ülkelerine karşı veya jeopolitik zorunluklarla ittifak ilişkisi içinde olduğumuz ABD’ye karşı Rusya’nın dostluğuna güvenelim. Muhtemelen Kremlin’in gördüğünü Beyaz Saray da görüyor ki F-35 ve S-400 meselesini adeta bir sopa gibi üstümüzde sallıyor.
Batı açısından her halükârda vazgeçilemez nitelikleri dolayısıyla Türkiye’nin bu sıkıntılardan kurtulması elbette zor değil ama yaşananların bir maliyetinin olduğu ve kısa sürede bir çözüm geliştirilemezse bu maliyetin karşılanmasının giderek zorlaşacağı ve asıl önemlisi bunun toplumsal ve siyasi sonuçlarının olabileceği de unutulmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.