Neden şapkamızı dizimize koyamıyoruz?
Yürümeye ve konuşmaya başlayan bebeklerden ihtiyarlığından dolayı yatağından kalkamayan yatalak hastalara kadar, kadınımızla erkeğimizle pek çoğumuz karşımızdakini yönetmeye, yönlendirmeye, eleştirmeye, değiştirmeye çalışıyor ve bu uğurda büyük mücadeleler veriyoruz.
İfadelerim biraz abartı gibi gelebilir. Doğrudur, meselenin ehemmiyetini anlatmak için abartı sanatını kullandım ama hakikaten her birimiz şapkamızı dizimize koyalım ve şöyle çok uzaklara gitmeden bir haftamızı adilce gözden geçirelim.
Bu bir hafta içerisinde kimlerle iletişim kurduysak, kimlerle bir araya geldiysek, evlerimizde ve iş yerlerimizde veya okullarımızda kimlerle muhatap olduysak, onlarla ilişkilerimizi bir gözden geçirelim. Bunu, kendi kendine konuşana “deli” ve “zavallı” denilen bir toplumda yapsak da çekinmeyelim ve deneyelim.
Yine bu bir hafta içerisinde ne kadar sevindiğimizi, ne kadar üzüldüğümüzü, bizi sevindiren şeylerin neler olduğunu, üzen şeylerin nelerden kaynaklandığını kendimize bir soralım. Ayrıca ne kadar gıybet yaptığımızı ve ne kadar dedikoduya inandığımızı, inandığımız dedikodularla günümüzü ve ilişkimizi yönetip yönetmediğimize bakalım.
Haddimi aşan bir soru sorayım: “Nereye gidiyoruz Allah aşkına?” Elbet herkesin bir cevabı olacaktır. Cevap verenlerin kimisi sinirli, kimisi alaylı, kimisi tebessümlü cevap vererek; söyleyecekleriyle belki beni eleştirecek, belki başkalarını gündeme getirerek, kendisini haklı çıkaran mazeretler ileri sürecektir.
Bir kısım insanlar da; “Haklı yahu, nereye gidiyor insanlık böyle” diyecektir. Evet, soruyu tekrar edeyim: “Nereye gidiyoruz Allah aşkına?” Varacağımız en son yer, kara toprak olacak. Gerçi o da nasip işi ama genelde kara toprağa varmayan ve yatmayan yoktur.
Şapkamızı dizimize koyarak kendimize baktığımızda öyle büyük eksiklikler, öyle büyük yanlışlıklar, öyle büyük hatalar yapıldığını görmenin zamanı geldi ve çoktan geçti. O hale geldik ki, ülke yönetiminden tutun da, aile içindeki yönetime kadar her ferdin öyle çok çözümü var ki, o kadar çok bilen bir toplumuz ki, kimse çıkıp da, “Benim aşım biraz tuzsuz” demiyor. Bir de en büyük hastalığımız; “Ben olmazsam” sendromudur ki, sormayın.
Kendimizi düzeltmek yerine, çevremizdekileri düzeltmeye kalkmak gibi garip ve anlaşılmaz tavırlarımız, kişiyi kendisinden kopardığı gibi çevresinden de koparmakta, ama insanoğlu buna da bir mazeret bularak, yine kaçamak yollara başvurmakta. Hal böyle olunca galiba hepimizin en büyük korkusu; “kendimizle yüzleşmek” olsa gerek.
Kendisiyle yüzleşemeyenler, başkalarının hayatını irdeler, inceler ve ona yön vermeye çalışarak, akıldanelik yapar. Oysa yarının ne getireceği belli olmadığı gibi, kendisi de bir gün eleştirdiği insanların durumuna düşebilir. İnanın o hale düştüğünde de mutlaka haklı ve geçerli bir sebebi olacaktır. Aynı sebebin başkaları için de olabileceğini düşünemeyiz.
Aman yanlış anlaşılmasın, bunları söylerken ne kimseye gönderme yapıyorum ne belli bir kesimi eleştirmeye çalışıyorum. Asla! En başa kendimi koyarak, kendisini bu cümlelere muhatap sayan kişileri kastediyorum. Kimseye akıl vaaz etmek gibi bir niyetim kesinlikle yoktur. Ben de nihayetinde aynı kalabalık içerisinde aynı hataları yapan biriyim.
Pazar Pazar bir özeleştiri yapma niyetindeyim sadece. Şapkamızı çıkarıp dizimize koyalım ve kendimizi bir dürüstlük sınavından geçirelim. Yalnız kaybetmeyi göze alarak bunu yapalım. Mesela üzerimizdeki kul haklarından başlayalım işe. Heveslerimizi, öfkelerimizi, hayattan beklentilerimizi, nerede olduğumuzu, nereye gitmek istediğimizi ve son gün omuzlarda uğurlanmadan önce, nasıl bir hayat yaşayacağımızı şapkamıza soralım.
Eğer kişi kendisi olamıyorsa, başkaları olmak zorunda kalır. Kişi kendisini inkâr ediyor, kendi varlığını, kendi huyunu, kendi karakterini kabullenemiyor, aklı ve mantığı ile barışamıyorsa, tabii olarak başkasıyla uğraşacaktır. İşte insanları mahveden de fark edemediğimiz ya da fark etmek istemediğimiz bu özelliğimizdir.
Yazdıklarımı bir problem olarak kabul edenler diyecekler ki, “Sorun ortada ama çözümü nedir?” Çözüm öyle basit ki dostlar! Bencilce davranmadan, adam gibi kendimizle yüzleşmek ve nefsimizi aklımızın arkasına koyarak iyi bir tahlilden geçmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.