Güzel görme zenaatı
Şartlar ve sebepler açısından Türkiye’ye baktığımızda, gerçekten de “her yer karanlık” gibi. Sanki sonu belirsiz bir tüneldeyiz. Fakat hayat bu görüntüden ibaret değildir. Şartlara teslim olmaz, sebeplere kendimizi kilitlemez, umutla hayata bakmayı başarabilirsek, bazı güzellikleri keşfetmeyi de başarabiliriz. Bu bir “ince zenaat.”
Bu Resul-i Âlişân bakışıdır, ki, herkesin iğrenerek önünden geçtiği köpek leşinin dişleri dikkatini çekmiş, “Dişleri ne kadar güzel” buyurmuştur.
Şu halde her şeyi şekillendiren, bakış açısıdır. Ben ülkedeki olumsuzlukları saymak yerine, “acaba ülkemde iyi olan ne?” diye düşünmekten ve çirkinliklerden önce güzellikleri keşfetmeye çalışmaktan yanayım.
Soruyu, “Bu memlekette neler kötü, neler olumsuz?” diye sormayalım da, meselâ şöyle soralım: “Bu memlekette hiç güzel bir haber, hiç güzel bir şey yok mu?”
Olmaz olur mu? Kendi iç güzelliklerini oluşturanlar, oluşturabilenler için güzellikler daima vardır.
Bir sabah gülümseyerek merdivenleri inerken bir komşumla karşılaştım. Hayretle neden gülümsediğimi sordu, “Mutluyum” dedim.
“Sabah sabah iyi bir haber mi aldınız?” diye ısrar etti. Ben de aklıma gelen “iyi haber”leri saymaya başladım:
• Binlerce insanın öldüğü bir gecenin sabahında ben sağım çok şükür...
• Binlerce insanın ağrılar içinde hastahanelere kaldırıldığı bir gecenin sabahında, çok şükür, acısız ve ağrısızım...
• Aynaya baktığımda bir yerimin çarpılmadığını gördüm ve şükrettim. Çünkü çarpılabilirdim.
• Dün gece yakınlarımdan birinin felaket haberini almadım...
• Dün gece memleketimin hiçbir yerinde felaket olmadı.
• Çok şükür bir ailem ve orta halli kahvaltı edebilecek kadar bir mali gücüm var...
• Allah’a inanıyorum ve sevdiğim işi yapıyor, ayrıca da tevekkül ediyorum...
Yani, “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” (Erzurumlu İbrahim Hakkı)
Komşum bundan ne anladı bilmiyorum, ama az sonra çıktığım kapının önünde açmış güllerin güzelliğini görünce, komşuma anlatmak istediğimi kendim daha doğru anladım. Biz genelde yüreğimizi dikenlere kilitlediğimiz için gülü fark etmeden yaşarız. Bu da mutsuzluk demektir.
“Ortam kötü ne yapalım” bahanesine sığınıp yan gelmek de mümkün, “kötü ortam” içindeki “iyiler”i bulmak için çabalamak da...
Mutsuzluk tablolarına bakıp mutsuz, umutsuzluk pompalayan gelişmelere kapılıp umutsuz olmak ve hem mutsuz, hem umutsuz olarak kenara çekilmek de mümkün, mutsuz ve umutsuz tablolardan mutlulukla umut çıkarmak için çalışmak da...
Eğer öncelikle kendimiz olmak üzere, bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorsak, olumsuz gelişmelere ve umutsuzluk girdaplarına kendimizi fazla kaptırmadan, küçücük mutluluklar yakalamayı ve umut kırıntılarında yeniden dirilmeyi becerebiliriz. (Zaten mutluluk doğru anları yakalamaktır, çünkü sürekli mutluluk yoktur, olsaydı zaten sıradanlaşırdı)
Bu anlamda:
• İnanmak mutluluktur...
• Sevmek mutluluktur...
• Sevilmek mutluluktur...
• Başkasına yardım etmek, ya da başkasından yardım almak mutluluktur...
• Komşuluk mutluluktur...
• Paylaşmak mutluluktur...
• Okumak ve yazmak mutluluktur...
• Dinlemek, ya da dinletmek mutluluktur...
• İşe gitmek, iyi bir şeyler üretmek ve işten eve dönmek mutluluktur...
• Sevdiğimiz insana yemek pişirmek mutluluktur...
• Sevdiğimiz insanın pişirdiğini yemek mutluluktur...
• Takdir etmek, takdir edilmek mutluluktur.
• Gezmek, seyahate çıkmak mutluluktur...
• Dua ve ibadet mutluluktur...
Dünya bir “sefine-i Rabbanî=Allah’ın gemisi” (Bediüzzaman’ın ifadesidir) olduğuna göre, bunun bir kaptanı var. Ona güvenmeyip kaptanlık taslamak karamsarlık, ona güvenmek ise huzur ve mutluluktur.
Mutlu ve umutlu olmak için çok sebebimiz var, çoook!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.