Muhafazakârlar bu oyuna gelir mi?
Başörtülü ve çarşaflı bazı kadınlara CHP rozeti takan Deniz Baykal'ın 'hakikat'i sonunda gördüğünü sanıyor bazıları. Çok benzerini 12 Eylül darbesinden sonra Kenan Evren de yapmıştı.
İslamî kesimleri ve hatta tüm toplumu 'depolitize' etmek için kürsüden ayetler okumuş, bazı 'dergâhlara' toplu seferler düzenlenmişti. Baykal, 'açılım'ının asıl hedefini ağzından kaçırmış; 'liberal olacaklarına mutaassıp olsunlar' demiş. Muhafazakâr çevrelere; 'Sizi alırız aramıza, ama 'resmi ideoloji' Kemalizm'i sorgulamazsanız, millî iradenin üstünlüğüne kafayı takmazsanız, yönetimde bürokratların üstünlüğüne razı olursanız, AB üyeliğini istemek, dünyaya açılmak yerine devlet büyüklerinin verdikleriyle yetinirseniz, geliniz. Sizin başörtünüz veya çarşafınız bizi rahatsız etmez; bizi rahatsız eden sizin siyasî talepleriniz. Yeter ki bırakın şu liberalleri, liberal siyasal değerleri ve talepleri, sizin giyiminize karışmayacağız!'. Talep budur, 'açılım' denen bundan ibarettir.
Kitlelerin muhafazakâr ve hatta 'mutaassıp' olmasında bir sakınca görmüyor Baykal, yeter ki Kemalist devlet düzenini dönüştürecek 'özgürlükçü' siyasal talepleri olmasın. Türkiye muhafazakârları 'mutaassıp' değil, siyasal talepleri itibarıyla 'liberal'. Zaten Baykal gibi Kemalistleri de son yıllarda açmaza düşüren, muhafazakârların siyaseten liberalleşmesi. Muhafazakârlar resmî ideolojinin baskılarına din adına karşı gelmek yerine liberal siyasal değerler ve taleplerle meydan okuyunca siyasetin tüm zemini değişti son yıllarda.
Muhafazakârlar uzun süre 'milliyetçi' kimlikleriyle anıldılar. Milliyetçilik üzerinden 'devlet' ile 'muhafazakârlar' uzlaştırıldı ve hatta geniş muhafazakâr kesimler 'uyuşturuldu'. Son yıllarda 'milliyetçi-muhafazakâr' nitelemesi yerine 'muhafazakâr-demokrat' kimliğinin öne çıkması geleneksel ilişki biçimini yıktı. 'Milliyetçilikten demokratlığa' yönelen muhafazakârlar 'devlet' denetiminden kurtuldular. Devlet, 'vatan, millet, Kıbrıs, olmadı Ermeni meselesi'yle muhafazakârları 'devletleştirmeye' alışmıştı yıllarca. Muhafazakârların 'önce demokrasi' deyip 'devletin politikalarına' mesafeli kalması (28 Şubat'a teşekkürler yollanmalı bu noktada), AB üyeliğine yönelmesi, küreselleşme içinde rol almaya başlaması Kemalistleri çok ürküttü ve ürkütmeye devam ediyor. AK Parti'ye yönelik 'tüm' operasyonların ve son dönemde AK Parti'yi 'devletleştirme' çabalarının gerisinde muhafazakârları yeniden devletin denetimine alma çabası yatıyor.
Muhafazakârların siyasal taleplerinin liberal bir içerik kazanması Kemalistleri fena halde 'offside'a düşürdü; 'gerici' diye diye dövdükleri muhafazakârların, dünyanın en gelişmiş liberal demokratik kurumlarını ve değerleri savunması karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu toplumun değişim sinerjisi muhafazakâr kitlelerin 'liberal' bir dille kendilerini ifade etmesinden geçiyor. İkinci Grup'tan Demokrat Parti'ye, Turgut Özal'ın ANAP'ından AK Parti'ye tarihsel örnekler de bunu gösteriyor. Her şeye devletin karışmadığı bir siyasal model fikri bu ülkede sandığımızdan daha derin ve yaygın.
Liberal siyasal değerlerle muhafazakâr kimliğin ve kitlelerin buluşması siyasette dönüşümün temel anahtarı. Bu anahtarı çöpe atmamak, ideolojik Kemalist devletin yarattığı sorunların çözümünde kullanmak gerek.
Kemalistler, şimdilerde, liberal siyasal taleplerle otoriter devletin kapılarına dayanmış muhafazakârlar yerine 'mutaassıp dindarlar' görmek istiyorlar karşılarında. Böyle olunca, onları 'hoşgörseler' de 'eşit' görmeyecekler, aşağılamaya, dışlamaya devam edebilecekler.
'Muhafazakâr dindar kesimler siyasete karışmasınlar, ibadetle meşgul olsunlar'. Yeni proje bu; 'dindar, hatta mutaassıp olabilirsiniz; bizim devlet anlayışımıza dokunmazsanız, yani demokratik devlet talep etmezseniz, bu talebi dillendiren liberallere katılmazsanız biz de sizin kılık kıyafetinize karışmayız'. Muhafazakârlar buna fit mi? Soru budur...