'CHP'nin çarşafı' tükendi mi?
CHP'nin dünkü MYK toplantısı, çarşaf çıkışının sona erdiğini gösteriyor. Cumhuriyet gazetesinde yer alan haber doğru ise Baykal, bu toplantıda "türban konusundaki tavırlarının belli olduğunu" söylemiş ve bu tavrın değişmediğini anlatmış.
Değişmeyen tavır, türban yasağının "kamusal alanlar" için devam etmesi.
Baykal, çarşaflıların CHP'ye katılımını ise CHP'yi değil, o insanların niyetlerini referans alarak savunuyor. Güya bu insanlar kendilerini "dışlanmış hissederek" tepkilerini ortaya koymak üzere CHP'ye yönelmişler. Baykal tartışmayı da "çizgimizde kırılma yok" diye noktalıyor.
Samimiyet sorgulaması ve ihtiyatla yaklaşan küçük bir azınlık dışında muhafazakâr aydınlar Baykal'ı yüreklendiren yorumlar yaptılar. Sadece samimi duygularını yazmasıyla maruf Hüseyin Gülerce'nin dünkü yazısında "CHP'ye oy taahhüdü" ciddiye alınmalı. Gülerce, her siyasî partiden beklenmesi gereken şartlarını sıraladıktan sonra, CHP'nin açılımına oyuyla destek olacağını taahhüt ediyor. Muhafazakâr kesimin bu destekleyici tavrından CHP bir sonuç çıkartmalı. Demek ki başörtüsü bir istismar vesilesi değil, kim çözerse desteği hak ediyor. Demek ki başörtüsü sorununu aşmış bir CHP, AK Parti dairesi içinde yer alanları mesaj menzili içine alabilecek.
Sorun CHP'de. CHP'ye yakın çevrelerde süren tartışmalar umut kırıcı. İki ana yaklaşım ortaya çıktı. Birincisi, basmakalıp laiklik söylemi ile, başı örtülülerin CHP'de yer alamayacağını, sinirleri ayağa kalkmış vaziyette dile getiren ve Baykal'ı topa tutanlar. İkincisi ise, kitle partilerine özgü bir pragmatizm ile durumu içlerine sindirenler. Birinciler katı ve tavizsiz. Evlerinin antika eşyalarla dolu salonunda, dağdaki çobanı misafir etmeyeceklerini ilan ediyorlar. İkinciler ise kestirmeden oy hesabı yapıyorlar. Biri, söylediklerinin nereye varacağını hesaplamadan şöyle yazıyor: "CHP'nin oyları, bir türlü % 20 sınırının üzerine çıkamıyor. Yeni bir halk yaratmak mümkün olmadığına göre, mecburen mevcut halkla siyaset yapılacak." Yani? Baykal'ı samimiyet testine tabi tutan muhafazakârları haklı çıkartacak şekilde meseleyi bir oy avcılığına indirgiyor.
Dünkü yazısında Fikret Bila soruyor: "Başı örtülüler CHP'li olamaz mı?" Meselenin püf noktası da burası. Elbette olurlar. Ve oluyorlar. Kardeşi, kocası CHP'den aday adayı olan kadınlar, hatta çarşaflılar bile yakınlarına destek olmak için CHP'li olabiliyorlar. Bila'nın sorusuna aynı gazetenin ayrı bir köşesinde Can Dündar başka bir soru ile aslında doğru cevabı vermiyor mu? Dündar, gözden kaçan bir ayrıntıyı, tartışmanın ilk sırasına şu soru ile yerleştiriyor: "Çarşaflıyı bırakın, asıl kocasının ne işi var CHP'de?"
Şayet aradığımız şey bir ilerleme, bir gelişme ve bir yenilik ise, doğru soru şu olmalı: CHP, başörtülülerin, başörtüleriyle içinde endişe etmeden yer alabilecekleri bir parti haline gelebilir mi? CHP'nin cevaplaması gereken soru bu değil mi? Şunu kastediyorum. "Çarşaflı CHP'liler" tartışmasında,"özgürlükler" ana başlığı altında CHP'lilerden veya CHP'ye yakın isimlerden yeni bir şey duyduk mu? Türkiye'nin başörtüsü sorununu çözecek küçük de olsa bir adım? Yeni bir formül?
Bize düşen ısrarla hatırlatmak. Bu sansasyonel tartışmanın gösterdiği şey aslında bir fırsat. Başörtüsü sorununu çözen bir CHP, tehlike olarak algıladığı bir şeyi de ortadan kaldırmış olacak. CHP sayesinde başörtüsü ile üniversiteye girebilen genç kızlar, laikliğin de teminatı olmaz mı?
Sorunun başörtüsü değil, CHP'nin üstesinden gelemediği seçkinci oligarşi olduğunu, tartışmalar özetliyor. Bu seçkinciliğin üstesinden gelip CHP'yi geniş halk kitlelerine açmaya çalışan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, yeniliklerin takip edileceği asıl adres olarak öne çıkıyor. Cumhuriyet Halk Evleri adıyla İstanbul'da AK Parti'ye rakip gerçek bir siyasî çalışma yürütülüyor. Çarşaf gündemi de tek başına onun eseri.