Yağmurla gelen dostluk örneği
İstanbul’un yağmurlu günüydü. Yağmur karla karışık yağmıyordu ama trafik canavarları yağmura karışınca İstanbul felç olmuştu. Böyle bir günde otomobille trafiğe çıkılmazdı. Ben de çıkmadım ve toplu taşım araçlarını kullandım.
Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçmem gerekiyordu. Hiçbir toplu taşım aracını kullanarak Üsküdar’a inme imkânım yoktu, yollar park alanı gibiydi. İnsanların pek çoğu, bindikleri araçlardan inerek gidecekleri yere yürüyorlardı.
En iyisi ters istikameti kullanmaktı. “Kadıköy’e inip, oradan vapura binerek işlerimi takip ederim” düşüncesiyle sakin bir yerden Kadıköy minibüsüne bindim. Bindiğimde minibüs boştu, en arka koltuğun dip köşesine oturarak, elimdeki kitabı okumaya başladım.
Bir iki durak sonra minibüs dolmaya başladı, yanıma iki çocuklu bir hanım bindi. Hanım; “büyüklerin oturacağı yeri işgal etmesin” diye çocuklardan birini kucağına aldı, diğerini de ayakta tutmaya çalışıyordu. Biraz sonra bir çocuklu hanım daha bindi, o da gelip diğerlerinin yanına yerleşti. Ayakta yolcu almak yasak olsa da minibüs tıka basa dolmuştu.
Hanımlardan biri cep telefonundan yakınını arayıp, her durakta haberdar ediyordu. Meğer hastaneye gidecekmiş, çocukları bırakacağı bir yer olmadığı için uzakta oturan amcasına bırakacakmış. Örnek Mahallesi’nde bir yerde, minibüsün kapısından çocukları amcasına teslim etti ve yerine oturdu.
Bir diğer hanım da aynı şeyi yapıyor, telefonla nerede olduğunu bildiriyordu. Meğer bu hanım da diğeriyle aynı kaderi paylaşıyormuş. O da çocuğunu babasının iş yerine bırakarak hastaneye gidecekmiş. Fakat bu hanımın sıkıntısı daha büyüktü. “Ya kocasına çocuğu yüzünden bir şey derlerse ve kızarlarsa” diye epey azap çekiyordu.
İki hanım çocuklarını yakınlarına zor bela teslim ettikten sonra rahatladılar ve birbirleriyle dertleşmeye başladılar. Hastaneye gitmek için kocaları işlerinden izin alamıyormuş. Çocuklarına bakacak kimseleri yokmuş, olanlar da uzakta oturuyorlarmış ve herkesin işi gücü olduğundan, kolay kolay kimse, kimsenin çocuğuna bakmak istemiyormuş.
Sohbetlerinin ilerleyen dakikalarında birbirlerine nerede oturduklarını sordular. Birbirlerine yakın oturduklarını anlayınca, telefon numaralarını alıp verdiler ve önemli bir meseleyi halletmiş oldular. Öyle sohbet ediyorlardı ki sanırsınız kırk yıllık dost gibiydiler.
Artık her ikisinin de hastane veya başka işleri olduğunda, rahatlıkla çocuklarını birbirlerine bırakabileceklerini söylediler. İlk defa tanıştıkları kesindi, zaten ayrı ayrı duraklardan binmişlerdi, üstelik hemşeri filan da değillerdi.
Böyle zamanlarda insanın aklına ister istemez şu soru geliyor, benim de geldi: “Peki hemen nasıl birbirlerine güvenebildiler de bu kadar samimi oldular?” Şurası kesin ki; her ikisinin de ortak özelliği ve önceliği “anne” olmalarıydı. Anne duygusu ve anne şefkatiyle dertlerini ve geleceklerini paylaşıyorlardı. Esasta her kadının önceliği anne olmalı değil mi?
Hastaneye yakın durakta her ikisi de indi. İndikten sonraki görüntü daha başkaydı. Biri diğerinden belki iki üç yaş büyüktü. Büyük önden indi, küçük arkadan indi ve iner inmez ne yaptılar dersiniz. Küçük olan hanım, hemen büyük olanın koluna girerek yürümeye başladılar.
Bizim milletimiz bu! Bizim toplumumuz bu! Bizim halkımız bu! Allah bu milletin arasına nifak sokanları kahretsin. Anlatmaya çalıştığım bu örnek çok aranan ve özlenen bir örnek değil aslında. Milletimizin özünde bu anlayış olduğu için yüzyıllardır bir ve beraberiz.
Bizi biz yapan değerler, ailede başlar, ailede biter. Aileyi yok eden zihniyetler, toplumun içine attıkları nefret ve fitne tohumlarıyla milleti canından bezdirdikleri için, normal olan, olması gereken dostluklar, insani davranışlar, böyle hayretle anlatılıyor işte.
Yoksa gayet normal değil mi anlattıklarım? Özünde insan olan, insan olmayı becerebilen herkes, karşısındakini de kendisi gibi insan olarak görebilse, hissedebilse ne olur?
Bizim toplumumuz şefkat toplumudur, merhamet toplumudur. Merhametimiz ve şefkatimiz olmazsa, şimdiye kadar paramparça olurduk. Darmadağın etmek için, başta bir kısım medya ve bir kısım siyasiler aileyi dinamitlemek istese de anlaşılan o ki, inşaallah beceremeyecekler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.