Kara çarşafta Aydın Düşünce
“Çarşaflılar ikiyi ayrılır. İçi aydınlık olanlar, içi aydınlık olmayanlar. Çarşaflıların içinde de aydınlık düşünce ve duyarlı yürek bulunabilir.”
“Bir kafanın içi nasıl ölçülüyormuş?” gibi sorular sorarak ağzımın tadını bozmayın benim. Kalbin içindekiler ölçülüyor ve biliniyor da, kafanın içindekiler niye bilinmesin? Bu ülkede “niyet okuyuculuğu” diye güzel bir meslek yok mudur? Yıllardır bir kısım uzmanlar yapıp durmazlar mı bunu?
Siz esas şuna bakın: Kara çarşafta aydın düşünce demek ki olurmuş. Hem de bal gibi oluyormuş. Biz şimdi bunu uzmanından duyduk.
Allah Teâlâ’ya çok şükür, Baykal’dan bunu da duyduk. Daha önceleri de ondan bir hayli güzel sözler, hatta fetvalar duymuş ve sevinmiştik. Hatta bu fetvalar yüzünden kendisine “İmam-ı Azam Ebu Baykal” bile denmişti.
Ne güzel bir isim değil mi? Öyle olmasını çok isterdim.
Samimiyim. Her insanın İslam fıkhını bilmesini ve onda derinleşmesini çok isterim. Bu o adamın hayırlı olmasının bir alametidir. Malum, Sevgili Peygamberimiz “Allah kimin hayrını dilerse, onu dinde fakih kılar” buyurmuştur.
Samimiyim, çünkü İslamî ilimleri özümsemiş anlamında bir fakih, kendisi kadar toplumuna da bir fayda sağlar. Aydınlanır ışığından onun etrafındakiler…
Hayırlı insanların ömürleri, hayırlı işlerde tükenir. Hayırsız insanların ömrü de, hayırsız işlerde, Allah Teâlâ’nın sevmediği küfür ve isyan yollarında biter tükenir. Allah Teâlâ hepimizi iyi ve güzel işlerde ömrünü tüketenlerden eylesin.
Fıkıh, bireysel ve toplumsal hayatı Allah Teâlâ’nın isteğine göre programlama işidir. Allah Teâlâ insanlardan, hayatı fıkha göre düzenleyip yaşamalarını istiyor ve bunun dışındaki yaşam biçimlerini kabul etmediğini açıkça bildiriyor.
Oysa çağımız, hayatı, pozitivizm, materyalizm, laisizm, sekülerizm, aydınlanma… adı altında, fıkhı devre dışı bırakarak yaşamanın çağıdır maalesef. Bu açıdan bakıldığında, Allah Teâlâ’dan, onun emir ve isteklerinden kaçan bir çağ. İnkârın, isyanın ve nankörlüğün baskın olduğu bir çağ.
Bu çağ, İslam’ı ve onun muhteşem fıkhını, hukukunu bilmiyor maalesef. Ne okulda gördü onu, ne hayat mektebinde. Bu yüzden zaman zaman eylemlerinin fıkha ters düşmesi anlaşılmaz bir şey değildir. Yani cehalet kısmen mazur görülebilir.
Ama ya inkâr?
İnkâr öyle mi ya?
İnkârın asla mazereti olamaz.
Tesettür de Allah Teâlâ’nın bir emridir. Erkekler, göbekle diz kapağı arasını örterler mükellef, yani dince sorumlu olunca. Kadınlar da yabancılara karşı el, yüz ve ayaklar hariç bütün bedenlerini örterler, altını göstermeyecek kadar kalın, vücut hatlarını belli etmeyecek kadar bol bir elbise ile. Bundan başka daha bazı ayrıntılar var, ama kalsın onlar.
Bu emre uyan Müslümanlar örtünürler. Uymayan Müslümanlar üzülür, “sonra örtünürüz inşallah” derler. Sonra ömürleri olur da örtünür ve tövbe ederlerse, bağışlar mı, bağışlamaz mı, Allah Teâlâ’ya kalmıştır. Bizim dilek ve temennimiz, bağışlanmalarıdır elbette.
İnkâr eden kâfirler ise bu emri de diğer farz ve haramlar gibi hiç kale almaz, hiç takmaz, hatta oralı bile olmazlar. Haksız da değillerdir hani, inanmadıkları bir emri niye uygulasınlar, niye taksınlar, bundan dolayı niye üzülsünler? Öyle olsaydı cidden saçmalık olurdu.
Bu örtünmenin belli bir şekli yoksa da, çarşaf iyi bir tesettür biçimidir ve hem ülkemizde, hem de diğer İslam coğrafyasında yaygındır. Bu şirin memleketimizde oldukça çok bir Müslüman bayanlar gurubu, dinin bu emrini bu biçimde yerine getirirler.
Ama nedense inkârcılar diğer tesettüre girenlerden daha fazla onlara saygısız ve çirkin davranırlar. Bunun altında biraz da tarihi sebepler yatmıyor değil. Açıkçası, ecdadımız Osmanlılardan nefret edenler, onlara benzeyen bu kardeşlerimizden de nefret etmektedirler.
Her neyse, şimdi Sayın Baykal çarşaflı bayanlara da kucak açmış durumda. Onları partisine kabul ediyor ve gelenlere rozet takıyor. Gelmeyenleri de davet ediyor. Kendisini bu açıdan kınayanlara da yukarıda aktardığımız sözleri söylüyor.
Ben Baykal’ı bundan ötürü ayıplamıyorum. Bir politikacı olarak Baykal elbette onlardan oy bekliyor. “Müşteri velinimetimdir” mantığı yani.Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok.
Ama acaba çarşaflılar Baykal’dan ne bekliyor? Bunu tam olarak anlamış değilim.
Benim ilk aklıma gelen şu; demek istiyorlar ki, “bakın biz sizin partinizden de olabiliriz. Bizi dışlama yanlışlığından kurtulun artık.”
Eğer zannettiğim gibi düşünüyorlarsa, iyi bir taktiktir bu. Belki sosyal barışa katkıda da bulunabilir bu düşünce. Onları daha yakından tanıyan tesettürsüzler, onların da bir “aydın kafa” sahibi olduğunu görebilirler.
“Neden olmasın? Kim bilir ne açılımlara gebedir bu hareket” diye düşünürken, aklıma birden Yaşar Nuri geldi ve bütün iyi niyetlerimi bitirdi.
O da ne niyetlerle CHP ye gitmişti ve Baykal için “yağız delikanlı” diye naralar atıyordu meydanlarda. Ama sonra ne oldu?
Yaşar Nuri bile yaranamadıysa bunlara, çarşaflılar haydi haydiye yaranamazlar. Orası CHP dır. Onları bilen bilir.
Varsın yaranamasınlar, ama Baykal’a şu sözleri de söylettiler ya, o da yeter: “Çarşaflılar ikiyi ayrılır. İçi aydınlık olanlar, içi aydınlık olmayanlar. Çarşaflıların içinde de aydınlık düşünce ve duyarlı yürek bulunabilir.”
Baykal’a gelince, ayrı bir yazı edecek onlarca sorum var aslında. Ama birisini sormadan da edemiyorum, “hani çağdaş düşüncede insanların kılık kıyafetine bakılmaz, düşünce ve inançlarından dolayı ayıplanmazdı? Sen çarşaflıları niye ikiye ayırıyor ve birisini alırken, ötekisini ayıplıyorsun? Onların kılık kıyafetlerinden ve düşüncelerinden sana ne? Neden hala tercihlerine saygılı olamıyorsun?”
Bu yazıyı sanırım Baykal okumayacaktır. Okusaydı şimdi o meşhur sinsi gülüşlerinden biri daha gerçekleşmiş olacaktı…
Son söz; çarşaflılardan gerçekten oy bekliyorsa, avucunu yalar.