Zaman tünelinde Yemen
Uzay filmi izlemeyen yoktur herhalde. Uzay filmlerinin en heyecanlı sahneleri, oyuncuların zaman tünelinden geçerek başka bir âleme gitmeleri ve o âlemde yaşananlara şahit olmalarıdır.
Yemen’i gördükten sonra uzay filmlerindeki zaman tünellerinin gerçek olabileceğine inanasım geldi. Yerkürede böyle bir coğrafya ve insan tipolojisi olduğunu sanmıyorum. Ortadoğu ve Afrika’da gitmediğim ülke hemen hemen yok gibi ama Yemen gibisini ne gördüm ne de duydum.
Geçen hafta 21. yüzyıl Türkiye’sinden Eman Tur’un organizesiyle THY hava aracına binerek, her biri ayrı bir güzelliğe sahip 10 kişilik bir grupla, yine Eman Tur’un bilge ve yüksek moralli rehberi İrfan Bıyık yönetiminde, Yemen’in başkenti Sana’ya ışınlandık.
Sana’ya indiğimizde yüzyıl geriye gitmiş ve 19. yüzyıla gelmiştik. Havaalanından ikamet edeceğimiz otele geldiğimizde tekrar 21. yüzyıla taşındık. Otel ile şehir arasında gerçekten en az yüz yıllık bir sosyal fark vardı.
Sabah olup, Osmanlı izleri üzerine inceleme, araştırma ve gözlem yapmaya başladığımızın ilk dakikalarında, kendimizi birden 10. yüzyıl ve sonraki yüzyılların içinde buluverdik. Hemen herkesin ağzından çıkan ilk söz; “Aman Allah’ım olmaz böyle şey” ve benzeri ifadelerdi.
Soruların ve sorgulamaların kum gibi kaynadığı, bazen de “sorunca ve sorgulanınca yanlış anlaşılabilir” düşüncesiyle pek çok soru ve sorgulama sözcükleri, insanların içinde kalıyordu. Çünkü sormak bir şey değil, belki cevap acıtabilirdi.
Yol kavramının bütün özelliklerini yitirdiği, keçilerin bile yürümekte zorlanacağı, hatta keçilerin yürümeyip, direneceği ve “keçi inadı” unvanını hak edeceği yollarda, ölümü gözbebeklerinde hisseden Osmanlı askerlerinin, Türkiye’den çıkıp, Yemen sınırına deniz yoluyla geldiği Hudeyde’ye yakın Menah ve Cuma bölgesini gezdik.
Buradaki en güzel söz “Gezdik” ifadesi oluyor. Gezme ama ne gezme... İnsana zikir çektiren bir gezme. Her gördüğümüz manzara ve yaşanan hadiseler karşısında; “Allah, Allah, Allah” demekten kimse kendini alamadığı için, haliyle bol bol zikir çekmiş olduk.
Hani insan hayret ettiği bazı şeylere yorum getirir ve düşüncesini anlatır. “Yemen’de olup biten hiçbir şeyin yorumu yok” desem abartmış olmam. Bu yazıyı döner dönmez yazıyorum ve hâlâ Yemen’de gördüklerimin ve yaşadıklarımın etkisinden kurtulamadım. Belki bu yüzden anlaşılmaz ifadeler sarf etmiş olabilirim, şaşkınlığıma verilmesini dilerim.
Osmanlı askerlerinin geçtikleri dağlar, yürüdükleri patikalar -ki, patika bile çok lüks kalır o geçiş noktalarının yanında-, her saniye değil, her salise ölüme davetiye çıkaran zor şartları görüp, bir de yaşananları dinledikten sonra, işte burada zaman tüneli arıza yapıyor ve kişinin aklı mantığı duruyor. Akıl ve mantık kısa devre yaparak anlamsızlaşıyor.
“Yemen’e giden gelmez acep nedendir?” diyorlar. Boşuna söylememişler. Gerçekten gidenin gelebileceği gibi bir yer değil. Nice yiğitlerimiz kalmış oralarda ve nice canlar gözyaşı dökmüş buralarda. Yemen kayıp bir ülke ve kayıp bir tarih. Kayıp ülkeyi ve kayıp tarihi bulmak için bütün zamanların incelenmesi gerekiyor.
Yemen’de bir tarih yok, binlerce tarih var. Ve her tarihin Yemen’i başka. Sebe Krallığı’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar, nice yönetimler gelip geçmiş. Hatta Yemen’in geçmişini Hz. Adem’e bilen dayandıranlar var. Hani Hz. Adem, Sri Lanka’ya inmemiş olsa, ona da belki “Olabilir” diyeceğiz ama şu bir gerçek ki, Yemen Milat’tan önce ve Milat’tan sonraki bütün tarihi dokuları hâlâ bağrında saklıyor.
Yemen’de hangi taşı kaldırsanız altından koca bir tarih ve medeniyet çıkıyor. İşin garibi, bugüne ışınladığımızda da aynı Yemen’de sanki hiçbir tarih ve medeniyet yokmuş gibi, “gad” adlı otun esiri olmuş bir millet karşımıza çıkıyor. Öyle garip bir çelişki ki, insanı öldüren cinsinden değil, süründüren cinsinden.
Şimdi “Bu gad ne ki?” sorusu akla gelebilir. Yemen hakkında fotoğraflarıyla birlikte bir yazı dizisi hazırlamaya çalışıyorum, “gad” otuyla ilgili bilgilere orada uzun uzun yer vereceğim inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.