Şiî Sünnî Kardeşliği Bozulmasın
İSLÂM hukukunun ve hikmetinin (bilgeliğinin) temel prensiplerinden biri “Kadim, kıdemi üzerine bırakılır” kaidesidir.
Bu memlekette ehl-i sünnet mezhebi, ehl-i sünnet fıkhı, tasavvuf tarikatları eskiden beri vardır. Bu ülkeye Müslümanlık büyük ölçüde tasavvuf büyükleri ve dervişleri tarafından getirilmiştir. Osmanlı devleti ehl-i sünnet mezhebine ve fıkhına, tasavvuf tarikatlarına bağlı olarak üç kıt’ada büyük fetihler yapmış, Allah’ın hak dinini yüceltmiştir.
Bu coğrafyada ehl-i sünnetin, fıkhın, tarikatların kıdemi vardır.
Onların aleyhinde bulunmak büyük fitne ve fesada, korkunç sarsıntı ve yıkıma sebebiyet verir.
İran’da Şah İsmail’den bu yana nasıl Şiîlik hakim ise, Anadolu’da da Sünnîlik hâkimdir.
Biz Sünnî Müslümanlar nasıl ki, İran’ı Sünnî yapmak için çalışmıyorsak, Şiî kardeşlerimiz de Türkiye’yi Şiî yapmak için çalışmasınlar.
Bakınız Pakistan’da Sünnîlerin bir kısmı Şiîlerle çatışıyor, camiler bile bombalanıyor, kan dökülüyor, Allah bizi böyle bir felaketten korusun.
Sünnî camilerinde Hulefa-i Râşidîn levhaları vardır. Biz Sünnîler Ashab-ı Kiram efendilerimizin (radiyallahu anhüm ecmain) adil olduklarına inanırız ve onların aralarında bundan 1400 yıl evvel geçmiş bazı üzücü hadiseleri bahane ederek kendilerini suçlamayız.
Edebiyat Fakültesi’nde profesörlük yapan Şiî mezhebinden bir zatın cenazesinde bulunmak üzere bundan birkaç yıl önce Karacaahmet’teki Şiî camiine gitmiştim. Oranın ahunduyla müsafaha ettik, selamlaştık, güzel ve tatlı konuştuk. Bizdeki Hulefa-i Raşidîn levhalarına mukabil o camide belki on yerde “Ya İmam!..” levhaları göze çarpıyordu. Bundan dolayı onları tenkit ve muaheze etmedim.
Namazı orada imam efendinin arkasında kıldım. Mezhep farklılığı yüzünden ihtiyaten sünnet yerine farzı tekrar kıldım. Riyakârlık ve taqiyye yapmadan samimiyetle söylüyorum...
Bir kısım Şiî kardeşlerimizin Hülefa-i Raşidînin ilk üçüne, Hz. Âişe annemize, Ashab-ı Kiram’ın çoğuna dil uzatmamaları lazımdır. Aksi taktirde İslâm ve iman kardeşliği sarsılır, fitne ve fesat çıkar.
Vaktiyle İran şahlarından Nadir Şah, hutbelerde Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e, Hz. Osman’a hakaret edilmemesi hususunda bir emirname çıkartmıştır.
Biz Sünnîler Ehl-i Beyt efendilerimizi severiz, çünkü onları sevmek farzdır.
Sünnîlikle Şiîlik arasında usûl sahasında maalesef bazı uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar vardır. Ulema ve fudela asırlarca bunları tartışmışlar, lakin birlik sağlayamamışlardır. Bu ihtilafların bir kısmının halli mahşere kalmıştır.
Lütfen tartışmayı, çekişmeyi bırakalım. Birbirimizi üzecek eylemlerden kaçınalım.
Geçenlerde yazmıştım, Tunuslu bir yazar Sünnîliği bırakmış, Şiî olmuş ve “Nasıl hidayete erdim?” (Doğru yola girdim) başlıklı bir kitap yazmış. İran devleti bu kitabı çeşitli dillere çevirtip büyük miktarda yayınlamış. Böyle bir faaliyet maalesef provokatiftir, kışkırtıcıdır, mezhep tartışmalarına yol açar.
Tartışmadan kardeşçe yaşayalım.
Türkiye’de Sünnî mezhepler yıkılacak, mezhepsizlik yayılacak, ondan sonra halk ve gençlik Şiî olacak... Bu gibi ham hayaller gerçekçi değildir.
Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, Hz. Fatıma (Allah onlardan razı olsun) ve Ehl-i Beyt sevgisi bizi bağlamaya yeterlidir. İhtilaflı konuları gündeme getirmeyelim, açık veya gizli bunların propagandasını yapmayalım.
Bendeniz mezhepsizliği tenkit ederken, Sünnîler arasındaki mezhepsizliği kasd ediyorum. Şiî kardeşlerimi muhatap almıyorum. Bu husustaki samimiyetimden kimse şüphe etmemelidir.
Şiîliğin temel prensiplerinden biri taqiyye ve kitmandır. Onların imamları ve akaid alimleri “Taqiyye ve kidman bizim dinimizdir” demişlerdir.Yine kitaplarında yazılıdır: “Taqiyye ve kitman namaz gibi farzdır... Taqiyye ve kitmanı terk eden namazı terketmiş gibi olur...” hükmünü vermişlerdir. Bu şartlar altında bizim müzakere etmek, olumlu manada tartışmak şansımız yoktur.
Lütfen birbirimizi kırmayalım, ihtilaf ve fitne çıkartmayalım.
Sünnîlik için “Emevilerin çıkarttığı dindir...” gibi söylemler son derece kırıcıdır. Bizi Yezidçi olarak göstermek ne kadar büyük bir haksızlıktır. Hz. Hüseyin efendimizi sevmeyen, onun feci şekilde şehid edilmesinden dolayı kalbi kan ağlamayan bir Sünnî düşünülebilir mi?
Niçin Tenkit Etmemişler?
Muhterem Emin Ezherî hocaefendi anlattı: Bazı müsbet ilahiyatçılara, çok bozuk bir ilahiyatçının yanlışlarını niçin tenkit etmediklerini, halkı niçin uyarmadıklarını sormuş, şu cevabı almış: “Adamın şöhretine katkıda mı bulunalım?..” Ne kadar boş ve kof bir bahane!...
Evet, dindar, ahlâklı, faziletli birtakım ilahiyatçılar ve din hocaları maalesef bid’atlerle, bozukluklarla, bozuklarla, ifsat edici hareket ve cereyanlarla ya hiç mücadele etmemişlerdir, yahut yeteri kadar etmemişlerdir.
Birkaç kişi çırpınmıştır ama onların çırpınması da kötülükleri önlemeye kafi gelmemiştir.
Elimde para ve imkân olsa, hiçbir ticarî amaç olmaksızın şu hizmetlerin yapılması için harekete geçerim:
1. Müslüman halka niçin fıkıh ve mezhep gereklidir?
2. Cahillerin, yetersiz alimlerin ve sahte alimlerin ictihad yapması niçin zararlıdır?
3. Kur’ân’ı açıklamak ve yorumlamak için mutlaka Sünnet ve sahih hadisler lazımdır.
4. Kur’ân’dan herkes kendi kafasına ve re’yine göre hüküm çıkartamaz.
5. Dört hak mezhep ortadan kalkarsa, onların yerine binlerce, yüz binlerce batıl ve sapık mezhep çıkar.
6. Cemaleddin Afganî peşinden gidilecek bir önder, imam, rehber değildir. Onun talebeleri olan Muhammed Abduh ve Reşid Rıza da şaibeli kimselerdir.
7. Müslüman halk için çok kısa, çok faydalı, çok anlaşılır bir üslupla kaleme alınmış birtakım usul kitapçıkları hazırlanıp yayınlanması. Usûl-i fıkıh, usûl-i tefsir, usûl-i hadîs... Bunlar en az birer milyon basılıp dağıtılacaktır. Okunmaları ve içindeki bilgilerin zihinlere nakş edilmesi için çareler ve tedbirler bulunacaktır.
8. Milyonlarca Müslümana fütüvvet ahlâkının, ahîliğin, loncaların önemi anlatılacaktır.
9. Din sömürücülüğü ile mücadele edici yayınlar.
10. Müslümanların bedeviyetten ve varoş kültüründen uzaklaşıp İslâm medeniyetine göre medenî olmaları konusunu geniş halk kitlelerine, bilhassa gençliğe duyuracak yayınlar.
11. İslâm görgüsü, İslâm terbiyesi, yüksek ahlâk ve karakterle ilgili müfîd (faydalı) broşürler.
12. Birleşmek, başımıza ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir seçmek konusunun işlenmesi, zamanında yaşayan İmam’a veya Emîre biat etmeden ölen kimsenin cahiliyye ölümü ile öleceğini bildiren hadîsi milyonlara duyurmak...
13. Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Zahid el-Kevserî, Zeynî Dahlan, İsmail Yusuf Nebhanî ve benzeri büyük ehl-i sünnet alimlerini Müslümanlara tanıtmak ve zamanımızda onların yolundan gidecek gerçek ulema yetiştirmek.
Yukarıda yazdığım maddelere bid’atçiler, mezhepsizler, Efganî hayranları, aktivistler, naylon müctehidler karşı çıkacaktır.
Lakin bunların mutlaka yapılması gereklidir.
İmkanım olsa yapardım dedim. İlle de benim yapmam gerekmez. Birisi veya birileri yapsın...
Lakin bu gibi hizmetlere maddî menfaat ve benlik hırsları karıştırılmamalıdır. Bu iş ve hizmetlerde çalışanlara geçinmeleri için maaş verilecektir, o kadar...
Metinleri yazıp hazırlayanlara telif ücreti ödenmeyecektir. Otuz kırk sayfalık bir broşür hazırlayacak, bu broşür hayır için bedava dağıtılacak ve bizim müellifimiz ücret isteyecek ve alacak... Olmaz böyle şey!..
Bu hizmetler ihlasla, rıza-i ilahî için yapılmalıdır, yapanlar da ücret ve mükafatlarını halktan değil Haliq’ten istemelidir.
Ne hayaller değil mi?