Abdurrahim Karakoç

Abdurrahim Karakoç

Farklı bir değerlendirme

Farklı bir değerlendirme

Taa uzaklardan egomuzu gıdıklayan bir söz gelmişti kulaklarımıza:
"Hakimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir..."
Aceleci davranan alkışçıların alkışları kesilmeden benzeri bir söz daha şüyu buldu.
"Egemenlik şartsız/şurtsuz ulusundur..."
Her ikisi de aynı kapıya çıkar mı, çıkmaz mı tartışması sürerken militarizmin tank seslerini, top namlularını görmek nasip oldu...
Lenger şapkalı büyükler dururlar mı?
Durmadılar ve güya daha güzel, daha faydalı vecizeler eklediler literatüre:
"En iyi idare şekli demokrasidir..."
Herkes umutlandı...
Umutlar gerçekleşmeden çok evvel derede, tepede/şehirde, sapada taze demokrasi çorbaları kaynatılmaya başlandı...
Olur mu be birader?
Bu ülkenin duruşundan, görüşünden, girişinden sorumlu olduklarını söyleyen silahlı güçler demokrasi çorbasını devasa liderlerin başından aşağı döktüler...
Yandım Allah diyene rastlamadım ben..
Lerger şapkalılar başlarından aşağı akan çorbaları afiyet üzere yaladılar, doydular...
Kimi itirazcılar ise ya Hasandağı'na oduna gönderildi, ya da erik pestiline döndürüldü...
Medya her zaman bildiğiniz incelikte(!)..
Hatırlasanıza:
Derebeylik Avrupa'sında Dük'ler, Lord'lar, bizim lisanımızla Cord'lar sürek avına çıkarlardı... 8/10 atlı asilzade, 20/30 eğitilmiş it, araziyi nokta nokta tararlar, bir tilki bulduklarında "hurra" çekerek salıverirlerdi itlerini tilkinin arkasına...
Atlı ve itli avcıların elinden kaçıp kurtulmak asla mümkün olmaz ve tilki malum akibete teslim olurdu...
Daha sonra bir başka ülkede bir patron milyonların içinden silik, amma saldırgan tıynetli ukala/arsız takımını tek tek seçer, çiftliğin kemikli bahçesinde istihdam ederdi...
Hakimiyeti el almış, demokrasiyi yel almış, aldırış etmeden nerede bir yara varsa, para vererek kaşıtırdı... Yaralar kaşımakla kanlanınca patron ağanın yanaklarına da kan hücum ederdi...
Öyle ya, uşaklar vazifelerini bihakkın yapıyorlardı...
Seçilmiş saldırganlar patronun önünde, patronun akraba-i taallükatının önünde pabuç yalamaktan, insan dalamaktan geri durmazlardı...
Hakimiyet kimin olursa olsundu...
Demokrasi ha varmış, ha yokmuş, ne ağanın, ne de uşakların umurunda bile olmazdı...
Hukuk o devirde çamura saplandı, çıkamadı...
İnsan hakları o devirde o patronun paralı uşakları tarafından hiçe sayıldı...
Eksiği-fazlası yok bu değerlendirmenin...
Kemik atanla kemik yalayıcılar ahenk içinde icra-ı faaliyette bulundukları sürece, düşünen başlara ihtiyaç kalmazmış...
Tarihten değil, yaşayarak öğrendi herkes bu gerçekleri...
Yine kulağımıza acayip sesler gelmeye başlamıştı:
"Vatan bölünmez bir bütündür!.."
Evet, yerden göğe kadar doğruydu... Vatanı yağlayıp yutmaya niyet edenlere teslim edecek karakterde iseniz, vatan hiç bölünür mü?
Meraklısı alır gider!..
Esas sahibi olduğunu iddia edenler ise bayrak sallarlar, kafa sallarlar, vatanın elden çıktığını dahi farketmezler... Yeter ki laiklik elden çıkmasın...
Sana sözüm yok bre hırlayan bulaşık çocuk.
Sen ve senin üstadın olan asilzade mangallar hakikatlere daima göz yummakla programlanmışsınız... Boş yere yüklü para vermezler kimseye...
Saldırın durmadan...
Sesiniz ormanlarda değil, kâğıtlarda vücut bulsun... Yankılansın ülkenin dört yöresinde... Avrupa kıtasına da duyurun sesinizi...
İsrail'i asla unutmayın... Unutursanız fırça yersiniz, paralarınız kesilir... Hatırlatırım... Çünkü sizi severim ben...
=============
Oluruna bırakın yaratılan her şeyi,
Taleple, zorlamakla dört mevsim bahar olmaz.
Dikmeyin geçitlere her gün ağayı-beyi,
İradenin önüne rüzgârdan duvar olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdurrahim Karakoç Arşivi