Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Ertuğrul’dan bir Aydın Doğan portresi!

Ertuğrul’dan bir Aydın Doğan portresi!

Hani, “bodoslamadan girmek” denir ya, bugün öyle yapacak ve konuya “bodoslamadan” gireceğim... Bir “Aydın Doğan portresi” çizeceğim sizlere... Daha doğrusu, “çizilmiş bir Aydın Doğan portresi” aktaracağım... Hem de; Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök tarafından çizilmiş bir Aydın Doğan portresi!..
“Portre”ye geçmeden önce “hadise”yi aktarayım... Efendim; Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve Okur Meclisi üyeleri, dün Ankara’ya giderek TBMM Başkanı Köksal Toptan ile görüşmüşler...
Karşılıklı “temenni”ler ve “cilâlı lâflar”dan sonra Ertuğrul Özkök demiş ki; “Okur Meclisi’nin, çalışmaya başlamadan önce gitmesi gereken ilk yerin TBMM olduğunu düşündük... Bu yüzden buradayız... İnanıyoruz ki, kamuya açık hizmet yapan kuruluşlar, mutlaka Meclis’in sahip olduğu özelliklere sahip olmalıdır!”

BARO’LAR DA MECLİS GİBİ OLMALI!
Ertuğrul’a aynen katılıyorum...
“Kamuya açık hizmet” yapan kuruluşlar bence de “Meclis’in özellikleri”ne sahip olmalıdır!..
Nedir Meclis’in özelliği?..
“Yüzde 10 barajı”nı geçen partilerin TBMM’de temsil edilmesi... Bu temsil oranında da, “Meclis’in imkânları”ndan faydalanması!.. “Kâtip üye” seçimi veya “komisyonlarda görev almak” gibi!..
“Kamuya açık hizmet” yapan kuruluşlar da aynısını yapmalıdır!..
Meselâ TMMOB, meselâ TBB veya benzeri kuruluşlar!..
Bu kuruluşlarda “seçime giren gruplar” da, aynen Meclis’te olduğu gibi “güçleri oranında temsil” edilmelidir!..
Meselâ Barolar Birliği veya illerdeki “baro” seçimlerine “birkaç grup” katılıyor!..
Ama, ne oluyor?..
“En fazla oyu” alan grup, baroyu “tek başına” yönetiyor!.. Aynen “diktatörlük” gibi!..
Oysa, Meclis’teki gibi olsa, yani “her grubun temsilcisi” olsa, Baro da, TMMOB da, “demokratik bir yapı”ya kavuşur!..
Madem her yerde “demokrasi” isteniyor, buna en önce TMMOB ve Baro’lar gibi kuruluşlar riayet etmeli, “demokrasi”yi ilk önce kendileri uygulamalıdır!..
O zaman “keyfilik”ler de, “dayatma”lar da, “yasakçılık”lar da, “despotluğa varan diktatörlükler” de sona erer!..
Ertuğrul’un sözlerini işte bunun için destekliyor ve bu teklifinin “sözde” kalmayıp, “uygulama”ya geçirilmesini temenni ediyorum.

ELEŞTİRİYİ KİM SEVMİYOR?
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim Ertuğrul Özkök’ün diğer sözlerine...
Meselâ, şunu demiş:
“Siyasetçiler ile gazeteciler arasındaki kardeşlik; eleştirmemek anlamına gelen bir ilişki biçimi değildir... Toplumun daha da ileriye götürülmesi için karşılıklı eleştiri mekanizmasının sağlıklı bir şekilde yürütülmesi gerekir.”
Bu da doğru...
Kendisine aynen katılıyorum...
Yalnız, bu sözlerin söylenmesi gereken kişi Köksal Toptan değil de, galiba patronu Aydın Doğan olmalıydı...
Zira, “eleştiriye tahammül edemeyen” ya da “burnundan kıl aldırmayan” kişi Aydın Doğan’dır!..
Malûm, Aydın Bey; “en ufak eleştiri”de hemen “mahkeme”lere koşuyor ve “trilyonluk tazminat dâvâları” açıyor!..
İşin doğrusu;
Ertuğrul’un ifadesiyle, galiba bu yüzden “daha ileri” gidemiyor!.. “Toplum”u da ileri götüremiyor, “kendi holdingini” de!..
Hani, birkaç gün önce “dibe vurdu” demiştik ya; Borsa’da gerçekten de dibe vuruyor Aydın Bey!..
Düşünebiliyor musunuz;
Doğan Holding’in kaybı yüzde 72,
Hürriyet’in kaybı yüzde 80
Doğan Yayın Holding’in kaybı yüzde 86
Bu “kayıp”, bu “dibe vurma” niye?..
Elbette “eleştiriye tahammülsüzlük”ten!..
Aydın Bey, hemen “mahkeme”lere koşacağına “Vakit’in eleştirileri”ne ve “uyarı”larına kulak verseydi; bugün, herhalde daha ileriye giderdi!..

ELEŞTİRİ SEVMEYEN, DESPOT OLUR!
Hadi bizi dinlemedi, bari Ertuğrul’un şu sözlerine kulak verseydi, ne güzel olurdu...
“Gazeteciler açısından okuyucularıyla karşılıklı görüşmeyi kabul etmek çok kolay bir şey değildir... Gazeteciler eleştiren insanlardır ama, eleştirilmeyi sevdikleri söylenemez!..
Eleştirilmeyi kabul etmeden insanların ileriye gitmesi mümkün değildir!.. Eleştirilmeyi sevmeyen insanların, hele hele siyasetçi, gazeteci veya herhangi bir kurumun başındaysa bunların gidebilecekleri tek yer, despotluklardır, diktatörlüklerdir.
Bu despotlukların, diktatörlüklerin ne bir kuruluşu ne bir siyasi partiyi ne de bir ülkeyi ileri götürdüğü görülmüş değildir.
Ancak, diktatörlüklerle, despotluklarla geçici zaferler kazanılabilir. O geçici zaferlerin ömürleri de çok uzun süreli olmaz.”
Hay, ağzına sağlık Ertuğrul!..
Bir tarif, bir tasvir ancak bu kadar güzel yapılabilir!..
Ertuğrul, kimi kastetti, kimi tasvir etti bilmiyorum ama; bu tarif patronu Aydın Doğan’a tıpatıp uyuyor!..
Ertuğrul, “eleştirilmeyi sevmeyen insan” diyor...
Kim sevmiyor eleştirilmeyi?..
Aydın Doğan!..
Ne diyor Ertuğrul;
“Eleştirilmeyi sevmeyen insanların gidebilecekleri tek yer, despotluklardır, diktatörlüklerdir!”
Söyleyin Allah aşkına;
Bu tarife kim uyuyor?..
Eleştirel bir haber yaptık ya da eleştirel bir yazı yazdık diye hemen “mahkeme”ye koşup, Vakit ve yazarları aleyhinde “1 Trilyon 355 Milyar liralık tazminat dâvâsı”nı açan kim?..
Elbette Aydın Doğan!..
Peki, Aydın Doğan, “Vakit’in eleştirileri” üzerine hemen “mahkeme”ye koşmak yerine; ya bir “cevap” gönderseydi, ya da daha önce yaptığı gibi “Hürriyet ve Milliyet’in sayfalarından cevap” verseydi olmaz mıydı?..
Bal gibi olurdu...
Ama, Aydın Doğan ne yaptı?..
“Basın özgürlüğü” kavramını filân hiçe sayıp, “Vakit’i susturmak” ve “sansür” uygulamak için hemen “mahkeme”ye koşup, “1 Trilyon 355 milyarlık dâvâ” açtı!..

BEN OLSAM, BU TARİFİ YAPAMAZDIM!
Peki, sorarım size;
Bu durumda Ertuğrul Özkök’ün söyledikleri yüzde yüz doğru değil midir?
Ne diyor Ertuğrul;
“Eleştirilmeyi sevmeyen insanların, hele hele siyasetçi, gazeteci veya herhangi bir kurumun başındaysa bunların gidebilecekleri tek yer, despotluklardır, diktatörlüklerdir.
Bu despotlukların, diktatörlüklerin ne bir kuruluşu ne bir siyasi partiyi ne de bir ülkeyi ileri götürdüğü görülmüş değildir.”
Bence, bu sözler “Hürriyet’e manşet” olmalıdır!.. Çünkü, “Vakit’e manşet” olursa, Aydın Bey yine mahkemelere koşabilir!.
Evet, koşabilir ve;
Bana “diktatör” dediniz, bana “despot” dediniz diye, yine trilyonluk dâvâ açabilir!..
Oysa, gördüğünüz gibi;
Biz, bir şey demedik!..
Sadece “Ertuğrul’un sözleri”ni naklettik...
İtiraf edelim ki;
Ertuğrul’un “tarif” ve “tasvir”leri de son derece güzeldi!..
Ben olsam Aydın Bey’i bu kadar güzel tarif edemezdim!..
====================
Aaa tarafsızlara bak!
Uzun zaman önce, yani Kemal Kılıçdaroğlu'nun "SSK Genel Müdürü" olduğu günlerde, kendisiyle ilgili bir haber yapmış ve haberin bir yerinde "solcu kimliği ile tanınan" şeklinde bir ifade kullanmıştık... N'ooldu biliyor musunuz; Kılıçdaroğlu, "Ben devlet memuruyum... Ben tarafsızım... Solcu demekle, beni taraflı göstermişsiniz" diyerek hemen mahkemeye koşmuştu!..
O günlerde "solculuğu" kabul etmeyen adam, bugün "CHP'den milletvekili" ya, gerisini siz anlayın!..
Aynı durum, Vural Savaş için de geçerli... O da "devlet memuru" ve o da "tarafsız" olmak zorunda... RP ve FP hakkında kapatma dâvâsı açarken, biz onu "tarafsız" zannediyorduk!.. Fakat, emekli olduktan sonra "DSP'den milletvekili adayı" olup, o da rengini belli etti!..
Şimdi de, Mustafa Akaydın... Malûm, o da hem "başörtüsü"ne hem de "Hükümet"e karşıydı... Dahası, "ÜAK adına" konuşuyordu... O da "Antalya'dan CHP Belediye Başkan Adayı" olduğunu açıkladı, iyi mi?..
Diyeceğim şu ki; bu "aday"lara bakın ve "devlette kimin kadrolaştığı"nı, nerelerin, "kimin arka bahçesi" olduğunu iyice anlayın!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi