Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

İnsan insana yoldaş

İnsan insana yoldaş

Çağını aşan devletler kurmuş bir milletin çocuklarıyız.
“Çağını aşma” tabirini kuru övünme olsun diye kullanmadım...
Bunu peşinen söylüyorum ki, tespitlerim tarihle övünme meylimizin dürtüsü olarak görülmesin.
Benim derdim tarihle övünmek, ya da dövünmek değil, sadece doğru dürüst tespitler yapmak, bir bakıma geleceğe tarihin ışığını tutmaktır.
Bugünlerde, uyulmasa bile, çok revaçta olan şu “önce insan” sloganı var ya, gerek ceddimizin dünya görüşüne, gerekse Osmanlı Devleti’nin temel felsefesine tamı tamına oturuyor.
Bu söz zaten, Osmanlı Devleti’ni inşa eden sözdür.
Kurucu lider Osman Gazi’nin maneviyat önderi ve kayınpederi Şeyh Edebali tarafından Osman Gazi’ye hitaben söylenmiştir:
“Oğul Osman, artık beysin; insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”
Osman Gazi bu öğüdü tuttuğu, arkadaşlarına değer verdiği için çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde civarındaki Bizans kalelerini fethedip Selçuklu’nun “Ucbeyi” oldu.
Sadece Osman Gazi değil, ondan sonra gelenler de “Şeyh Hazretleri”nin öğüdünü tuttular: Devleti insan merkezli bir temele oturttular. Ayrıca tüm kurumlarıyla bir “Şefkat Devleti”ne, “İnfak (yardım) Devleti”ne dönüştürdüler...
Açıkçası tümüyle büyük, devasa bir hayır kurumu haline getirdiler ve büyük hayır kurumunu insanların hizmetine verdiler.
İnsan “efendi”, devlet “hizmetkâr”...
İşte bu dünya görüşü, Mısır fethini müteakip Şam’da Emeviye Camii’nin hutbesinden “Hakimülharemeyn” olarak selamlanan Yavuz Sultan Selim’i ağlatmış, “Hâkim değil hâdımım (hizmetkârım)” diye inleterek şükür secdesine götürmüştü.
Osmanlı Devleti, askerî zaferlerinin yanı sıra kazandığı siyasal, ekonomik ve medenî zaferlerini işte bu anlayışa borçludur.
Bugün de insan hakları eksenli devletler çağın önder devletleri değil midir?

İnsan hayatın kıblesidir. Kâinatın kıblesi hayat, hayatın kıblesi insan, insanın kıblesi Kâbe’dir!
İnsanı elbette ki, salt sözle yaşatamazsınız...
Onun öncelikle kendini özgür hissetmesi lâzım: İnançta özgür, itikatta özgür, ibadette özgür, kıyafette özgür, seyahatte özgür, ticarette özgür olmalı...
Yanı sıra karnı doymalı. Bunun için de çalışabileceği iş alanları açılmalı.
Huzur içinde korkusuzca seyahat edebilmeli, (asayiş) mal alıp satabilmeli.
Fatih Sultan Mehmed, fethettiği beldenin (İstanbul’un) insanına (Hıristiyanlara) bu özgürlükleri vererek çağı aşmış, çağdan taşmıştı.
“Benim gibi inanan, benim gibi giyinen, benim gibi yaşayan insanlar benden, diğerlerinin canı cehenemme!..” dememişti.
İnsana kendi duruşu içinde kıymet vermişti...
Onun ve torunlarının zamanında, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Musevi’si aynı adalet anlayışı çerçevesinde huzur içinde yaşadılar.
Şimdiye bakın bir de: Yüzde doksan bizden olanları bile nasıl dışlıyor, nasıl hırpalıyoruz?
Halbuki her insan önemlidir...
Çünkü insan hayatın merkezidir...
Kâinattaki her şey insanın hayatını kolaylaştırmak için yaratılmıştır.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Hayat insana musahhardır.” (Yardımcıdır, hizmetçidir—Sadece insan kendi hayatını zorlaştırmak, dünyasını cehenneme çevirmek için çabalar ki, bu apayrı bir konudur. Nedenlerini inşallah bir başka gün tartışırız).
İnsan o kadar değerlidir ki, Allah, yarattıkları içinde sadece onu muhatap almış. Cennet’i sadece onun için halketmiş. Tabiî Cehennem’i de. İnsan ikisi arasında tercih yapma hakkına sahip (irade-i cüz’i).
Yani insanın Cehenneme gitme özgürlüğü de var.
Sevmediğimiz, umursamadığımız, yardım elini uzatmadığımız varlık işte böylesine komplike, âdeta kutsal bir varlıktır.
“Hayatın merkezi” derken de zaten bunu kastediyordum.
Böyle bir varlık sevilmez mi?..
Böyle bir varlığa yardım eli uzatılmaz mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi