Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Baykal, çok iyi yüzücüdür... İyi açılır!

Baykal, çok iyi yüzücüdür... İyi açılır!

Bu iş, galiba ciddi. Ya da, yeni yeni ciddiye binmeye başladı... Ne yalan söyleyeyim, “çarşaflı hanımlara rozet” olayının haber ve fotoğrafları ilk geldiğinde, olayın bir “Baykal klâsiği” olduğunu düşünmüş ve hatırlarsınız “aleyhte” bir yazı yazmıştım... Öyle ya; Bay Baykal, “Demirel’den el almış gibi” hareket ediyor, “Dün, dündür” politikasında Demirel’den geri kalmadığını gösteriyordu... İşte bunu bildiğim için; “başörtüsü” ile ilgili “dünkü” sözleri ile “bugünkü” sözlerini karşılaştırmış ve sormuştum: “Hangi Baykal?.. Dünkü Baykal mı doğru söylüyor, bugünkü Baykal mı?.. Hangi Baykal samimi?.. Dünkü Baykal mı, bugünkü Baykal mı?”
Dediğim gibi, “CHP’nin çarşaf açılımı”na inanmıyor, bunun “seçim öncesi şov ve istismar” olduğunu düşünüyordum!..
Öyle ya;
Bugün “çarşaflıya rozet” takan Bay Baykal, daha dün “üniversitelerde başörtü serbestliği”nin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitmiş, mahkeme de, “CHP’nin talebi doğrultusunda” karar vermişti!..
Evet, Bay Baykal’ın ve hele hele CHP’nin, “çarşaf” konusunda samimi olmadığını düşünüyordum...

ŞERİATA KARŞI KADIN YÜRÜYÜŞÜ!
Çünkü, eski muhabirlerimizden Burak Orhan’ın da hatırlattığı gibi; bugün “sınırları zorlayan” konuşmalar yapan, “ezberleri bozan” tavırlar sergileyen Bay Baykal, 15 Şubat 1997’de Ankara’da yapılan ve “çarşafa çarpı” atılan “Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü”ne katılmış, o yürüyüşe destek vermişti!..
Baykal, o yürüyüşte “kadınların, demokratik haklarını kullanmak için meydana indiğini” ileri sürerek, “CHP’nin eyleme sahip çıktığını ve istikrarını koruduğunu” söylüyordu.
Peki, kimdi o “şeriata karşı yürüyen” kadınlar?..
52 STK ve parti mensupları deniliyordu ama, sayıları 800-900 civarında olan kadınlar arasında Şenol Saruhan, Ayseli Göksoy, Oya Araslı, Birgen Keleş, Neşe Karayalçın ve Serap Sağlar dikkat çekiyordu... Çünkü onlar “en ön saflarda”ydılar!..
O yürüyüşe “kendi isteğiyle” mi katılmıştı, yoksa “28 Şubatçıların zorlaması” ile mi?..
Burak’ın da hatırlattığı gibi;
“O günler; 28 Şubat sürecinin en kriz dolu günleri...
Meşhur 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sadece 13 gün önce, Ankara’da bir yürüyüş organize ediliyor.
Yürüyüşün adı “Şeriat’a Karşı Kadın Yürüyüşü”
Yürüyüşü organize edenler, ÇYDD ve ADD gibi malum kuruluşlar!.. Tabiî; parti olarak da yürüyüşün bir numaralı destekçisi CHP’ydi.
Bugün “çarşafa evet” diyerek “seçim yatırımı” yapanların o günkü hedefinde ise “çarşaf” vardı...
Yürüyüşü organize edenler, “çarşafa çarpı” atılmış olan ve üzerinde “Şeriat’a Karşı Kadın Yürüyüşü” yazılı beyaz yelekleri taşıyorlardı.
Onlara göre kara çarşaf(!) karanlığı, beyaz yelek ise aydınlığı ve temiz günleri temsil ediyordu!..
Yürüyüşün bir de onur konuğu vardı!..
Kadınların arasında yürüyen bir kişi, bugün “çarşafa evet” diyen Deniz Baykal’dan başkası değil!..
“Çarşafa çarpı” atılmış mitingde, yanına da milletvekillerini alarak yürüyen Deniz Baykal; yürürken açıklama yapmayı da ihmal etmiyor.
Baykal, kadınların demokratik haklarını kullanmak için meydana indiğini söylüyor ve ekliyordu:
“CHP bu eyleme sahip çıkıyor ve destekliyor.”
Baykal yalnız değildi eylemde.
Yılmaz Ateş, Birgen Keleş ve Oya Araslı gibi partinin ağır topları da hemen yanı başındaydı...
Mitinge katılanların “kara çarşaf sevgileri!” bu kadarla da sınırlı kalmıyor.
Yürüyen grup sık sık, “Kara çarşafa hayır” diye sloganlar atıyor.
Yürüyüş, iktidarda bulunan Refahyol’un uzaklaştırılması sürecindeki en önemli adımlardan birisi olarak gösteriliyor.”

BAYKAL’DAN ELEŞTİRİLERE CEVAP
Burak Orhan bunları hatırlatıyor, CHP’nin 22. dönem milletvekillerinden Halil Akyüz; “Bugün başörtüsünü serbest bırakırsak, yarın çarşaf ile girerler... Üniversiteler, kara çarşaf ile dolar!.. Buna müsaade edemeyiz, diyenler CHP’liler değil miydi” diye soruyor ama; itiraf edeyim ki ben, yavaş yavaş “Baykal’a ısınmaya” başladım!..
Galiba, bu iş “şov”dan çıktı!..
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök bile köşesinde “iki çarşaflı kadın” fotoğrafı yayınlayıp, bunlardan birinin “babaannesi”, diğerinin de “babaannesinin kızkardeşi” olduğunu söylemeye başlamışsa, bu iş ciddiye biniyor demektir!..
Hele de, Bay Baykal;
Hiç lâf ettirmediği, “tabu” ve “dogma” olarak gördüğü bir konuda, evet “tek parti zihniyeti” konusunda “aleyhte konuşma” noktasına gelmişse, “galiba samimi” demekten başka çarem yok!..
Bakın, partisinin önceki günkü grup toplantısında neler demiş Bay Baykal;
* “Örtünen insanları, toptan laiklik karşıtı, devlet düşmanı görme saplantılarını reddediyoruz. Bugüne kadar Türkiye’yi yeterince bozmuşlar. Kıyafetle siyaseti ayrı değerlendirmek lazım. Ortada bir kanun var. Bu kanun çerçevesinde isteyen istediği gibi giyinir. Yığınla insanı, gönülleri kırıp döküyorsun. Buna hakkımız var mı? Artık insanları kılık kıyafetlerinden ötürü yargılayamazsın. Bu insanların CHP’de ne işleri varmış? Alacağım kardeşim, alacağım. Bir tek kişi dahi olsa ona haksızlık etmene izin vermeyeceğim. Kıyafet tüzüğü mü ilan edeceğiz?”
*“Bu insanlar bir yıl önce partiye gelmek isteseler, yine aynısını yapardım. O zaman gelmediler, çünkü AKP’den kopma noktasına gelmemişlerdi... Anadolu Solu, Yeni Sol anlayışımızdan bir milim gerileme yoktur. Gelmek isteyen herkese, ‘Buyurun bacım’ derim. Bu açılım falan değil, açılım sizin kafanızda. Siyasi hesap, oy kaygısı yok bunda. Memleketim Alanya’da şalvarlı hemşehrilerimiz var. Bu insanlara ‘Şalvarlarınızı çıkarıp, ütülü pantolon giyin de gelin’ mi diyeceğiz? O şalvar çok da rahattır, güzeldir.”

TEK PARTİ ANKARA’SI NASILDI?
Lütfen dikkat;
“Muhafazakâr bir partinin lideri” değil, “CHP’nin lideri” söylüyor bu lâfları!..
Dahasını da söylüyor:
“Tek parti döneminde Atatürk Bulvarı’nda kılık kıyafeti uygun olmayanlar yürüyemiyordu. Bulvara sokulmuyordu insanlar. Atatürk’le görüşmek isteyen Aşık Veysel bile, kılığı uygun olmadığı için Atatürk’ü göremedi, görüşemedi. 2000’li yıllarda tek parti zihniyetini uygulayamayız.”
Gerçekten de;
Çok iddialı bir lâf!..
Peki ne oldu “tek parti zihniyeti”nin hakim olduğu yıllarda?.. “Köylü”leri ve “ayağı poturlu”ları kim sokmadı Atatürk Bulvarı’na?..
Funda Şenol Canket, “Yaban’lar ve Yerli’ler” kitabında anlatıyor o günlerin Ankara’sını:
*1929’dan başlayıp 17 yıl valilik ve belediye başkanlığı yapan Nevzat Tandoğan, meselâ Atatürk Bulvarı’nı her gün süpürtür, sulatır, gece de aydınlatırdı. ‘Görüntü bozulmasın’ diye köylüleri ve tulumlu işçileri bu caddeden uzak tutardı. Ayrıca bir genelgeyle hayvanların da caddeye çıkarılmasını yasaklamıştı.
*1929’da, Ankara sokaklarından geçen bir deve kervanı, “halkı medenileştirip, cumhuriyetin garplı vatandaşı” haline getirmeye çalışan aydınları çileden çıkarmaya yetmişti.
Funda Şenol Canket’in yanı sıra, şair Ahmet Kutsi Tecer de “tek parti dönemi”nin Ankara’sını şöyle anlatıyor:
“Aşık Veysel, destan okumak için Ankara’ya gidiyor. 45 gün kalmasına rağmen bir türlü destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı.
Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük. Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak...
Polis geldi, ‘Girmeyin, yasak’ dedi. ‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. ‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı.
‘Biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e, ‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al!’ Gitti İbrahim, teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk. ‘Ne istiyorsunuz?’ dedi müdür. ‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz!’ dedik.
‘Çalın bakayım, bir dinleyeyim!’ dedi. Çaldık, dinledi! ‘Çok iyi’ dedi. Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler.
‘Gelin de gazete alın!’
Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler, ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun!’ dediler.
Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok.”

BAYKAL’A İNANMAK İSTİYORUM
Bay Deniz Baykal’ın “2000’li yıllarda tek parti dönemine mi döneceğiz?” sorusuyla kasdettiği olay işte bu ve benzerleridir!..
Hani, her zaman deriz ya;
“Bizim Atatürk’le bir derdimiz yok... Bizim derdimiz Atatürkçü geçinenler ve Atatürk’ten geçinenlerle” diye, işte size bir örnek: CHP’nin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan!..
Adam, “Atatürk’ten de Atatürkçü” ki, Aşık Veysel gibi bir adamı bile Atatürk’le görüştürmüyor!..
Görüştürmek ne kelime;
Ulus Meydanı’na dahi sokmuyor!..
.........
Bay Baykal’ın söylem ve eylemlerini, işte bunun için önemsemeye başladım... Dediğim gibi, daha önce “şov yapıyor” zannediyordum... Ama şimdi, “çarşaf açılımı”na inanmaya başladım!..
Baykal, “parti içinden” ve “yandaş medya”dan gelen sert eleştirilere rağmen, “Çarşaflı da alacağım, şalvarlı da!.. Alacağım kardeşim!.. Buyurun bacım CHP’ye!” diyorsa, “şüphe”ye mahal yok!..
Dilerim, Bay Baykal’ın “seçim taktiği” değildir bu açılım... Dilerim, yine hayal kırıklığı yaşatmaz!..
Dilerim, bu “açılım” sürer!..
Hem, niye sürmesin ki;
Bay Baykal, “iyi bir yüzücü”dür!..
Açık denizlere iyi açılır!..


Marketlerin istismar yarışı!

İşte, "istismar" buna derim ben... Hemen her talep iletildiğinde "Konseptimizde mescit yok" diyen marketler, bakıyorum da, "kurban kesme yarışı"na girdiler!.. Açtıkları kampanyalarda diyorlar ki; "En iyi biz keseriz!.. Bizden iyisi yok!.. İslâmi usûlde kesime en çok biz riayet ederiz!"
Kim, bunu diyenler?.. CarrefourSa'dan tutun da, Tansaş ve Migros'a kadar!..
İyi, hoş da, "kurban kesmek İslâmî bir ibadet"tir de, "namaz" kılmak nedir?..
Adı geçen marketler, "kurbanlık satışı" ve "kurban kesimi" için reklâm üstüne reklâm yapıyor ama "namaz kılınacak bir mescid" için kıllarını kıpırdatmıyorlar!..
Yanarım, yanarım da; "Allah için kurban kesecek" Müslümanlar, "Allahüekber" deyip namaza duramayacakları bu marketlere gidip, kurban kestirecekler ve böylece "istismara prim" verecekler ya, ona yanarım!..
Üstelik, "deriyi de kaptıracaklar" ama farkında değiller!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi